06 Haziran 2011

12 Haziran akşamını beklerken

Seçim sürecinin son virajına girildi. Altı gün sonra, Pazar akşamı, gece yarısından önce seçim sonuçlanmış ve oy dağılımını, yeni parlamenterleri biliyor olacağız.

 

Seçim sürecinin son virajına girildi. Altı gün sonra, Pazar akşamı, gece yarısından önce seçim sonuçlanacak ve oy dağılımını, yeni parlamenterleri biliyor olacağız.
Sonuçların nasıl oluşacağı, bu seçimlerin temel belirleyici faktörleri ve aktörlerinin neler olduğu, seçim sürecini nelerin nasıl etkilediği seçimden sonra da uzun uzun konuşulacak. Yine de bugünden seçim sürecinin, partilerin seçim beyannamelerinin ve aday listelerinin, kampanyaların ve seçmene olan etkilerinin, seçim sürecindeki bazı olayların genel bir özet ve değerlendirmesini yapmak yararlı olacak. Bu genel değerlendirmenin aynı zamanda 12 Haziran akşamı karşımıza çıkacak tabloyu anlama kılavuzu işlevi de göreceğini umuyorum. En azından benim için öyle olacak.

Seçmen 2002’de tıkanmış siyaseti tasfiye etti
Ülke son otuz yıldır müthiş bir değişim geçiriyor. İç göçten, gündelik hayatın ritmine, bilimden iletişime, kavramlardan siyasi eksen ve tanımlara her şey değişiyor. Geleneksel hedefler olan kalkınma ve modernleşmenin yanına demokratikleşme ve küreselleşme boyutları da eklendi. Modernleşme sorunu, içeriği ve aktörleri itibariyle değişti. Tüm bu çok boyutlu, çok aktörlü, çok unsurlu ve karmaşıklık, belirsizlik ağırlıklı bu süreç siyaseten yönetilemedi.
2002 seçimleri o günlerdeki hem ekonomik, hem siyasi krizin de etkisiyle seçmen tarafından var olan ve sorun çözme yeteneğini kaybedip, tıkanmış olan siyaseti yeniden düzenledi. 2002 seçimlerinin belirleyicisi, eski ve yeteneğini kaybetmiş siyasi aktörleri tasfiye dürtüsüyle hareket eden seçmen tercihleri oldu.
AK Parti’nin birinci iktidar dönemi, ekonomik yapının yenilenmesi için hazırlanan programın başarıyla uygulanması, Avrupa Birliği sürecinin reformları, sosyal devlet uygulamalarıyla ve hizmet üretme kapasitesiyle başarılı olduğu bir dönem oldu. Bu dönem, atlatılan birçok darbe örgütlenmesiyle boğuşma adına AK Parti'nin statükoyla da çatıştığı ve o çatışmanın ürettiği enerjiyle de önemli reformlara arzulu olduğu bir dönemdi.
2007 seçimlerinde seçmen tercihlerini belirleyen temel dürtü, ekonomik başarı algı ve beklentisi oldu ve AK Parti beklenmeyen bir oy oranıyla ikinci iktidar dönemine başladı.

2007’den bugüne kutuplaşma belirleyici oldu
O seçimden bu yana önce irtica korkusu diye başlayan, legal ve illegal aktörlerin manipülasyonlarıyla, korku üretme ve korkuyu yönetme politikalarıyla başlayan siyasileşme giderek kutuplaşmaya döndü. Giderek de AK Parti yandaşlığı ve karşıtlığı üzerine gelişen bu siyasi kutuplaşma toplumsal içerik kazandı, hayat tarzı kutuplaşmasına dönüştü.
AK Parti de bu kutuplaşmayı çözmeye yönelmek yerine aksine kutuplaşmayı körükleyen bir siyaset tarzına sarıldı. AK Parti sandı ki toplumsal kutuplaşma hep sürecek ve bu kutuplaşmanın büyük tarafının siyasi temsilcisi olarak da iktidarı sağlayacak oy oranını uzun süre tutturacak.
Öte yandan da otuz yıldır çözülmeyen, şiddete ve çatışmaya dönüşmüş Kürt meselesi de Türk-Kürt kutuplaşmasına doğru evrilmeye başladı. Kısaca ülke siyasi aktörlerin yanı sıra siyaset dışı aktörlerin de becerileri ve müdahaleleriyle üç taraflı bir kutuplaşmanın içine düştü.
Bu kutuplaşmanın bir diğer sonucu da küçük siyasi hareket ve farklılıkların erimesi oldu. Nitekim seçim sürecinde de dört parti dışındakiler neredeyse görülmüyor, duyulmuyorlar.

Değişim çok boyutlu
Bir yandan yaşanan değişim, bir yandan da siyasi ve toplumsal kutuplaşma 2011 seçimlerinin belirleyicisi olacak. Değişimin ekonomik, siyasi, hukuki ve toplumsal boyutlarının tümünü kapsayacak bir siyasi projeyi, seçim beyannamelerini, aday listelerini beklemekteydi seçmen, seçim süreci başlarken. Seçmen gözünde bu beklentinin ifadesi toplumsal barış ve toplumsal huzur idi. Siyasi değişim ve bu değişimin hukukunun üretilmesiydi temel beklenti.

Seçim süreci başında partilerin hedefleri farklıydı

Süreç başlarken partilerin seçime yönelik hedefleri farklıydı. İktidar için yarışma değildi söz konusu olan. Hepsi, daha başlangıçta iktidarın kimin olacağı, muhalefet partilerinin hangileri olacağını biliyordu, bizler de.
AK Parti’nin hedefi, oy oranına takılmaksızın parlamentoda 330 milletvekiline ulaşmak. Eğer bu sayıya ulaşırsa AK Parti anayasa tartışmalarında pozisyon üstünlüğü yakalayacak, çoğunlukçu anlayışıyla Meclis'ten geçirmek isteyeceği ve geçirebildiği kadarıyla değişiklileri halkoyuna götürmeyi hedefliyor.
CHP’nin hedefi ise milletvekili sayısını umursamaksızın yüzde 30 oy oranına ulaşmak. Bu başarılırsa yeni yönetim kendini başarılı sayacak, örgütsel ve ideolojik yenilenme için gerekli seçmen desteğine ve moral güce ulaşacak. Bir yandan da yönetim içinde ideolojik yenilenmenin ne yöne ve hangi kapsamda olacağı konusunda niyet ve fikir farklılıklarının da olduğu gözleniyor. Partiyi fikri yenilenmeye zorlayacak çalışmalar, raporlar yayınlanıyor bir yandan, öte yandan da o rapor ve önerilere hayatı boyunca karşı ideoloji ve siyasetlerin içinde olmuş bazı kadrolar var.
MHP’nin hedefi, tabanındaki sosyolojik ve örgüt kadrolarındaki siyasi çözülmeler nedeniyle yüzde 10 barajını aşmak, Meclis'te var olabilmek, sonra da ne yapacağına karar vereceği süreyi kazanmak.
BDP daha radikal bir hedef çizerek başladı, kendi dışındaki sivil Kürt siyaseti temsilcilerini, bazı sol grup ve aydınları alarak bir blok oluşturmayı, bu blok üzerinden de 30’dan fazla bağımsız adayı Meclis'e sokarak, güçlü bir parlamento grubu oluşturmayı hedefledi.

YARIN: Aday listeleri, seçim beyannameleri ve kampanya

Yazarın Diğer Yazıları

"Türkiye’nin Değişen Yüzü": Değerler, toplumda eskisi kadar açıklayıcı değil

Veri Enstitüsü’nün geçen hafta yayımladığımız “Türkiye’nin Değişen Yüzü 2024” araştırması, bu zaman aralığında ve bu ulusal, bölgesel ve küresel dinamikler içinde “değerlerin” eskisi kadar açıklayıcı olmadığını gösteriyor

Kendi de korkuyor ötekini de korkutuyor: Kaygıda ortaklaşmış durumdayız, peki nasıl aşarız?

Her birimiz adeta arkası olmayan sandalyelerde oturuyoruz. Tanış olmadan ilişki ve selam mesafemizdeki kalabalıklarda kimseye değmeden, yaslanmadan, selamlaşmadan yaşamaya çalışıyoruz. Sırtımızı dayayacağımız akrabalar, hemşehriler, sosyal ağlar da dağılmış, herhangi bir sıkıntı anında başvurabileceğimiz kurumlar da…

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

"
"