Bundan dört beş yıl önce bir konferans için gittiğim Polonya'da, merkezi Varşova'da olan bir düşünce kuruluşunun yetkilisi, Hukuk ve Adalet Partisi iktidarının AK Parti'nin uygulamalarını izleyen bir birim kurduğunu söylemişti. Böyle bir birimin varlığını teyit edemedim. Ancak 2015'ten bu yana iktidarda olan Hukuk ve Adalet Partisi'nin yargı, basın ve seçim yasasıyla ilgili uygulamaları Ak Parti'nin izinden gittiğini gösteriyor.
Macaristan, Bulgaristan gibi ülkeleri ekleyip Avrupa'da örnekleri çoğaltabiliriz. Aslında Türkiye'nin liberal demokrasiler açısından bir "akım belirleyici" (İngilizce deyimiyle trend setter) etkisinin uzak coğrafyalara kadar uzandığı söylenebilir.
Türkiye, demokratik olma iddiasıyla, anti demokratik adımların nasıl uygulamaya koyulacağına dair başka ülkeler için uygulamalı, kullanıcı kılavuzu görevi görüyor.
Son on yıldır Türkiye'den olduğumu öğrenip de bana "Vah vah size iyi şanslar dilerim," diye gerçekten samimi olarak dayanışma beyanında bulunan Batılı dostlara, "Valla ben de size iyi şanslar dilerim. Bizim başımıza gelen sizin de başınıza gelebilir. Olmaz olmaz demeyin," diyordum.
1997'de Türkiye'nin adaylığını bile kabul etmeyen, bu hatasından 2 yıl sonra dönse de üyelik sürecini sürekli yokuşa süren Avrupa Birliği alelacele üye yaptığı Doğu Avrupa ülkelerindeki antidemokratik gidişata yeterince seslerini çıkaramadı.
Türkiye'nin kararı çalar saat etkisi yarattı
Ancak ilginçtir, Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi'nden çıkma kararı bir nevi panik düğmesine basma etkisi yaratmış gibi duruyor. Türkiye'nin kararı olmasa Sözleşme'nin 10. yıldönümü Avrupa çapında belki de bu kadar önem kazanmayacaktı.
Bunu ben söylemiyorum. Rik Daems, Türkiye'nin de üye olduğu Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesi'nin Başkanı söylüyor.
İstanbul Sözleşme'nin imzalanmasının 10. yıldönümü olan 11 Mayıs'ta Avrupa Konseyi'nin dönem başkanı Almanya'nın girişimiyle düzenlenen konferansta konuşan Daems, "Türkiye'nin Sözleşme'den çıkması bizi uyandıran bir çalar saat oldu," dedikten sonra Parlamenter Asamble'nin Haziran ayındaki toplantısının gündemini değiştirip, İstanbul Sözleşmesine öncelik verdiklerini açıkladı. Sözleşmeyi imzalamamış yada onaylamamış ülkeler nezdinde daha fazla çaba göstereceklerini söyledi.
AB üyesi Latvia, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, kadına karşı şiddetle mücadele konusunda devletleri yükümlülük altına sokan İstanbul Sözleşmesi'ni imzalayıp, henüz parlamentolarından geçirmemiş ülkelerden.
Macar parlamentosu ret oyu kullanırken, Bulgaristan Anayasa Mahkemesi sözleşme aleyhine karar aldı. Polonya ise Türkiye gibi Sözleşme'den çıkıp, aile değerlerini koruyan başka bir Sözleşmeye öncülük etme peşinde.
Tüm bunlar, Sözleşme'nin Avrupa'da yeterince savunuculuğunun yapılmadığını, ve amaçları arasında aileyi savunmak olan bir belgenin dezenformasyona, popülistlerin kısır gündemlerine kurban edildiğini gösteriyor.
Göç anlaşması nedeniyle Türkiye'yi gücendirmeme uğruna Sözleşme'den çıkma kararının açıklandığı günlerde ağzını bıçak açmayan Avrupa Komisyonu'nun (kadın) Başkanı Von der Leyen de şimdilerde Sözleşme'nin ateşli bir savunucusuna dönüşmüş durumda.
Türkiye'nin sözleşmeden çıkma kararı sarsıntı yarattı
Dünkü konferansta, Türkiye'nin çıkma kararının yarattığı sarsıntıyı net bir şekilde gözlemlemek mümkündü.
"Nüfusunun çoğunluğu Müslüman, İslam dininde de kadının zaten adı yok, Türkiye'nin Sözleşme'den çıkması garipsenmemeli" türünden oryantalist bir önyargı olmaması önemli.
Shada Islam ve Nazlan Ertan'ın ortak kaleme aldıkları makalede meselenin Türkiye ile AB arasında değil AB içindeki muhafazakâr hükümetlerin politikalarının AB değerleri ile çelişmesi olduğuna dikkat çekiliyor.
Dünkü konferansta herhangi bir Avrupa kurumuna üye olmayan Tunus'un da Sözleşme'ye taraf olmak için başvurduğu açıklanırken, Türkiye'nin Sözleşmeden çekilmesini eleştiren ABD Başkanı Biden'a da katılım çağrısında bulunuldu.
Islam ve Ertan'ın Uluslararası Brüksel Merkezi adlı düşünce kuruluşunun websitesinde yayımlanan ve benim de bu yazıyı yazmama ilham olan makalenin başlığı "Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararı, küresel kadın hareketine güç kazandırdı," şeklinde tercüme edilebilir.
Batılı kadın hareketlerinin, bazı kazanımların ardından hafiften pasifleştikleri özeleştirisi yapıp, Türkiye gibi ülkelerdeki kadın hareketlerinin dinamizminden etkilendiklerini söylediklerine tanık oldum.
Türkiye, 2011 yılında İstanbul Sözleşmesi'nin yazımının müzakere edilerek imzaya hazır hale getirilmesinde çok belirleyici bir rol oynadı. 10 yıl sonra, Sözleşme'den çekilerek, istemeden de olsa belki de Sözleşme'ye daha fazla sahip çıkılmasını sağladı.
Bu yazıyı, Konferansta konuşmacı olan, İstanbul Sözleşmesi'nin yazımında önemli bir rol oynamış Profesör Feride Acar'ın sözleriyle bitireyim. Acar Türkiye'nin kararından duyduğu üzüntüye dile getirdikten sonra, "Ben iyimser biriyim; biliyorum ki son sözü Sözleşme karşıtları söylemeyecek, çünkü kadın haklarını savunmak aynı zamanda demokrasiyi savunmak demektir," dedi.