Diplomasi muhabiri olarak yıllarca gerek yurt içinde gerekse yurt dışında çok sayıda ziyaret takip ettiğim için protokol kurallarının ne kadar titizlikle uygulandığına pek çok kez şahit oldum.
Üst düzey ziyaretlerde, her iki tarafın ön heyetleri, kimin nerede oturacağından, nereden nereye yürüyeceğine, nerede nasıl durulacağına kadar her şeyi denetler; ziyaretin her anını senaryo üzerinden prova ederler. Minik bir hata bile protokolcülere kelle uçurtur.
Avrupa Birliği'nin iki liderinin Ankara ziyareti sırasında, kadın liderin ayakta kalıp eşit muamele görmemesi üzerine ilk anda Türk tarafının suçlanmasına bu nedenle biraz şaşırdım.
Detaylar belirginleştikçe, hem iç hem de dış kamuoyunun biraz da "oryantalist" bir bakış açısının etkisiyle Türk tarafını suçladığı ortaya çıktı. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula Von Der Leyen'in (VDL) iki erkek siyasetçi önünde dansöz kıyafetli karikatürleri de zaten bu "oryantalist" zihniyeti yansıtıyor.
Tabii Türkiye kadın hakları açısından en önemli belgelerden İstanbul Sözleşmesi'nden çıktığını daha yeni açıkladığı için, "malum suçlu" profiline de cuk oturuyor.
Kadın liderin sorunu sorun etmemesi sorunlu
Ancak yaşananlar bir yandan toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir ülkenin uluslararası imajı açısından etkisini diğer yandan cinsiyet eşitsizliğinin ne coğrafya ne statü tanıdığını göstermesi açısından derslerle doluydu.
Sorunun temelinde AB Konseyi Başkanı Charles Michel'le, Komisyon Başkanı VDL arasındaki rekabet ve ekipleri arasındaki koordinasyonsuzluk var. Covid şartları nedeniyle VDL'nin protokol ekibi Ankara ziyaretinin hazırlıklarına katılmamış. Yani tam anlamıyla VDL Michel'in ekibinden kazık yemiş.
Hadi Michel'in ekibi hata yaptı, peki niye Michel o anda duruma müdahale etmedi? Başköşe doğal olarak kendisininmiş gibi koltuğa kuruluverdi. VDL'nin şaşkın bir şekilde ortada kalmasına da gayet de kayıtsız kaldı.
İleri demokrasi kategorisine koyduğumuz, bu nedenle de cinsiyet eşitliği konusunda Türkiye'nin ilerisinde olmasını varsaydığımız Belçika gibi bir ülkeden çıkmış erkek siyasetçi ile Almanya'dan yetişmiş bir kadın siyasetçinin konuya yaklaşım şekline bakınca anlıyoruz ki; toplumsal cinsiyet eşitsizliği konusunda Avrupa'nın da kat edecek çok mesafesi var.
Çıkarmaları gereken iki ders var: bir; cinsiyet eşitliği mücadelesinin bu mücadeleyi en çok önemseyen kurumların başında bulunanlar seviyesinde bile rehavete kapılmadan sürdürülmesi gereği; iki; özellikle de kadın liderlerin rehavete kapılmaması gereği.
Eğer Cumhurbaşkanlığında yaşananları gösteren video viral olmasaydı, eğer basın bunu mesele yapmasaydı, VDL bunu mesele yapmayacaktı. Ama asıl VDL'nin bunu mesele yapması gerekirdi.
Ziyaretten bir gün sonra VDL'nin sözcüsüne "Burada mesele nereden kaynaklanıyor, sorun Türk tarafından mı yoksa Michel'den mi kaynaklanıyor" türünden bir soru sorulduğunda, sözcü "Bakın biz bunu mesele yapmıyoruz; siz soruyorsunuz biz de yanıt veriyoruz" diyor. Hemen akabinde bir başka gazeteci "İyi de bunu niye mesele yapmıyorsunuz ki" diye üsteliyor.
AB'li lider, Türkiye'yi de topun altına koyarak sıyrılma peşinde
Zaten VDL mesele yaptığı için değil, kamuoyu tepki gösterdiği için Charles Michel Facebook hesabından "üzüntü" bildiriyor. Ama dikkat edin, özür dilemiyor. Ve hâlâ, tek suçlu kendisi olsa da "mesele Türk tarafının protokol kurallarını çok strikt uygulamasından da kaynaklandı" deyip yine oryantalist bir bakış açısı ile "Müslüman bir ülkede başka bir şey beklenir miydi ki" türünden "sübliminal" mesaj vermiş oluyor. Nihayetinde İstanbul Sözleşmesi'nden çıkmış bir Türkiye var; bu türden bir mesajı ön kabule hazır da bir Avrupa kamuoyu.
Protokolde kurumsal belleğin önemi
İşte bu türden bir "imaj tahribatına" uğramamanın yolu da protokolün titizliğinden geçiyor.
Cumhurbaşkanlığı protokolü, "bize ne dedilerse yaptık, ne istedilerse öyle uyguladık" deyip işin içinden sıyrılamaz. Hele de bu türden iki "başlı" bir ziyarette, tarafların olası rekabeti vs göz önünde bulundurulur.
Erdoğan'ın eski AB Konseyi Başkanı Donald Tusk ve eski AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker ile 2017'deki görüşmesi
En azından arşive bakılır. Arşive bakılsa, bir önceki ziyarette, VDL'nin yerinde bir erkek siyasetçi varken her üç liderin eşit konumda oturtulduğu hatırlanır ve karşı taraf sıkıştırılır. Kafaya yatmayan bir durum varsa, araştırılır; bu ikili başka ülkelerde nasıl karşılanmış diye. Böylece iki tarafın rekabetine kurban olmayla sonuçlanacak bir tuzağa düşülmez.
İşte kurumsal bellek, yüzyıllara dayalı birikimlerin üzerine oturtulan tecrübeler bunun için önemlidir.
Protokol kurallarının saptanıp uygulanması eskiden Dışişleri'nde idi. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçince, kuralların belirlenmesi Cumhurbaşkanlığının sorumluluğuna geçerken, sadece uygulanması sorumluluğu dışişlerinde kaldı.
Kurumsal bellek, hata yapmaktan kurtarır. Ama "her şeyin yenisini ve dolayısıyla iyisini biz biliriz" anlayışıyla eski devlet gelenekleri yıpratılırsa; üçüncü dünya ülkesi imajını pekiştirecek durumlarla karşılaşmak kaçınılmaz olur.