Yatağan deyince aklınıza ne geliyor? Termik Santral? Mermer Ocakları? Toki? Halkının kanserden kıvrandığı cehennem?..
Belki bugün öyle… Ama ya eskiden?..
Ben hâlâ Çine Çayı boyunca yol aldığım o muhteşem doğayı hatırlarım ve de Tabiat Ana’nın sürreal oyduğu muhteşem kayaları, Marmaris’e henüz uçakla gidilmeyen yılları… Doğanın talan edilmediği o muhteşem manzarayı... Orman-içi beldelerini, al yanakalı sağlıklı ve medeni gülümseyen misafirperver köylülerini…
Hatta ilk kadın valinin Lale Ataman olarak atandığı illeri…
Sadece ben değilim o yılları bilen tabii ki. İki genç İtalyan âşığın moda sektöründeki ilk yıllarında, otobüsleri arıza yapınca kaldığı yerdir o bölge.
Endemik canlı türleri ile, akarsu ve dereleri ile, zeytinleri ve çamlarıyla, meyvesi ve tarlalarıyla mahsur kaldıkları o bölgeden… Öylesine etkilenmiştir ki o iki âşık…
Derin derin nefes alıp içlerine sindirmişlerdi binbir çiçek parfümünü!..
Hayal güçleri ve aşkları sayesinde dev moda evlerinin şöhreti, orada yarattıkları muhteşem parfüm ile dünyaya nam salmıştır.
Merak mı ettiniz o parfümü? “YATAGAN”. Kim mi o iki âşık? Dolce& Gabbana!
Şimdi parfüm değil, leş kokuyor!
Peki ya bugün?!
Mc Kenzie gömlekçisi yok, ama Mac Kenzie şirketi iktidar sayesinde santraldeki tüm çalışanları fişleyerek işten çıkarıyor.
Nereden mi biliyorum? Bölgedeki İŞKUR’a sorun diyorum!
Bademler çoktan öldü, zeytinler söküldü. Dağlar artık dere vermiyor. Nergisler kayboluyor. Taş ocakları yüzünden vadiler kurudu. Bir de Güneş tarlaları kondu en verimli tarlalara.
Hayvancılık öldü; süt bir buçuk liraya satılıyor, oysa yem 3 lira. O güzel kokusunu bastırdı kömür cürüf dağları. Gri bir duman kapladı gözlerdeki yarınları…
Yatağan artık parfümüyle anılmıyor. Zaten Dolce&Gabbana her şeyini borçlu olduğu o parfümü bile üretmiyor. Belki de ülkenin leş kokusu burunlarına geldi âşıkların!..
Bence artık koca bölge mis ve aşk değil, sadece leş soluyor.
Sıradaki ne? Gökova? Güllük? Selimiye? Kapıkoy? Okluk?..
Nerede çokluk orada olmaz ki bolluk.
Anladınız mı?