Hadi bir an çıkalım gündemden... Savaştan, saldırganlardan, hadsizlerden uzaklaşalım.
Yalanları, talanları falan filanları unutalım. Koyalım bir şişe Süryani şarabını masamıza. Bir de mum takalım eski şarap şişesinin tam ağzına. Tahta masamızda bembeyaz bir kolalı örtü olsun ama kadeh mutlaka en iyi kristalinden Bakara.
Sonra Yom Kipur'dan bir hamursuz. Biraz boyalı Paskalya yumurtası ama asla değil onursuz…
Hıdrellez'in ateşi şöminede, Yoga'nın dinginliği de yerleşmeli yavaş yavaş bedenden uzaklaşmakta olan beyine!..
Hindu'dan vejeteryan mezeler çeşit çeşit, pişmiş kırmızı toprak tabaklarda yumuşacık ama değil ki adeta kemik.
Budistlerin tütsülerinin mayhoş kokusu nefeslenilirken burundan, hadi gelin yarınlara biraz daha içelim hiçbir şeyi umursamadan…
Japon'un çanları çalıyor ara ara dingin, Çin davulları sussun yerine kanunun üzerinde kedi gezen nağmeleri gibi mevlid okuyan sesin…
Ortadoksun ayininden bir koro, bir de Katoliğin mimberinden koy ilahiyi, düşlerin yelken açsın teknede, sen kaptan ol kendine, adını da koy Sadun Boro dünyayı tastamam gezsin diye.
Yehova Şahitleri de şahitlik etsin sana, hatta Protestanlar org eşliğinde hafif hafif gospel de seslendirsin diğer yanda.
Çalmasın kapı silah satmak için gelen simsar ya da mahkeme tebligatı getiren polis tarafından… Yırtmasın kulaklarımızı şehrin kakafonik gürültüsü.
Açılmasın kapı. Kapansın pencereler, üstüne de sımsıkı ahşap kepenkler.
Şöminenin ateşi önce kora dönüşsün içimizde, sonra kül olup sönsün yeniden gelsin soğuk ve karanlık geceler. Gidelim!..
Yarım yemek kalmış tabaklarda sinekler ve hamam böcekleri gezinmeye başlasın. Kurtlansın bedenimiz imama pek iş kalmasın. Sonuna gelen mum fitili masaya düşüp onları da yakınca essin rüzgar hoyratça, küllerimiz de savrulup toprağa karışsın.
Nasıl olsa açılıyor cehennemin kapıları iyi niyetle taşlarının döşendiği söylenen yolların sonundan.
Karma yeniden başlatacak kainatın döngüsünü nasılsa ne sana ne de bana sormadan…