Yoğun geçen bir günün ardından eve geldiniz. Trafikti, işte hazırlanması gereken ama gecikmiş bir rapordu derken bir yorgunluk kahvesini hak ettiğinizi düşünüyorsunuz. Doğalgazla çalışan ocağınızı yaktınız. Bol köpüklü, orta şekerli kahveyi yaptınız. Kahvenin keyfini çıkarmadan önce, havaların soğumaya başladığını düşünüp, kombinizin düğmesini birkaç derece arttırdınız. Eve erken kararan havanın kasveti çökmüş. Oturmadan önce bir de elektrik düğmesine bastınız. Doğal gazla üretilmiş olması pek muhtemel olan elektrik alacakaranlık odayı aydınlattı. Artık sıcak ve aydınlık odanızda kahvenizi keyifle yudumlayabilirsiniz. Aynı anda internetten günün gelişmelerine bakıyorsunuz. Küresel ısınma konusunda iç karartıcı haberlere rastladınız. Ama vicdanınız rahat. Nasıl olsa akşamüstü keyfiniz için yaptığınız tüm işler sırasında ‘temiz’ bir enerji kaynağı olarak duyduğunuz doğal gazı kullandınız. Sadece kömür ve petrolün kullanıldığı zamanlara göre, gözle görülür bir fark var. Artık şehriniz kahverengimsi renkli bir bulut tabakasıyla kaplanmıyor. Nefes alırken genziniz yanmıyor. Çocuklar, yaşlılar ve astım hastaları dışarı çıkmasın uyarıları yapılmıyor.
Fakat, kazın ayağı pek de öyle değil. Hayatımızın temel enerji kaynaklarından birine dönüşen doğal gazın çıkartılması için kullanılmaya başlanan yeni bir yöntem birçok sorunu da beraberinde getiriyor. Son 10-15 seneye kadar doğal gaz, sadece yerkürenin dibinde bulunan büyük rezervlerin konvansiyonel yöntemlerin kullanılması yoluyla elde edilmekteydi. Ancak, sürekli büyümeye programlanmış piyasa ekonomisi basit bir denklem üzerine oturmakta: daha çok üretim, daha çok tüketim ve daha çok kâr. Bunun için de sonsuz enerji kaynaklarına ihtiyaç var. Dünya kaynaklarının kısıtlı olması gibi ‘küçük’ bir problemin de, her daim yeni tekniklerin oluşturulması yoluyla halledildiği düşünülüyor.
Doğal gaz özelinde ise,büyük rezervler her yerde kolaylıkla bulunmuyor. Bu da, aslında küresel ekonomide söz sahibi olmak isteyen ulus-devletlerin ‘dışa bağımlılık’ hezeyanlarını körüklemekte. Öte yandan, petrol fiyatlarındaki artışların maliyetleri yükseltmesi, ekonomik aktörleri petrolü ikame edecek arayışlara yönlendirmekte.
Durum böyleyken, doğal gaz elde etmek için geliştirilen yeni bir yöntem küresel kapitalizmin imdadına yetişti. Bu ‘mucize’ reçetenin adı hidrolik kırılma. Popüler dilde ‘fracking’ –İngilizce’de kırılmanın kısaltılmışı- olarak anılan bu yöntemle yerkürenin diplerindeki kayaçların gözeneklerinde hapsolmuş doğal gaz zerrecikleri gün yüzüne çıkartılıyor. Basit bir anlatımla, yapılan sondajlarla yeryüzünün 1,5 ile 6 kilometre arasında değişen derinliklerine iniliyor. Bu derinliklerdeki kaya katmanları boyunca yatay borular döşeniyor. Kayalarda kırılmalar yaratmak için, yerin dibine yüksek basınçla su, çamur ve çeşitli kimyasal maddelerden oluşan bir karışım pompalanıyor. Böylelikle, dipte açılan kanal ve oyuklar sayesinde gaz zerrecikleri gözeneklerden kurtuluyor. Toplanan gaz tekrar borular yoluyla çıkartılıyor. Böylelikle, doğal gazın, artık birkaç bölgeye veya ülkeye bağlı kalmadan, daha büyük miktarlarda ve yaygınlıkta çıkartılması sağlanıyor.
Enerji lobisinin, bu yolla çıkartılan doğalgazdan, yani kaya gazından, beklentisi enerji kaynaklarını çeşitlendirmesi ve petrol fiyatlarının düşürmesi. Kaya gazının, ülkelerin doğal gaz konusunda dışa bağımlılığını azaltacağı iddiaları da gündemde. Uluslararası Enerji Kurumu’nun açıklamasına göre, kaya gazı sayesinde Amerika Birleşik Devletleri önümüzdeki 10 yıl içinde dünyanın en büyük gaz üreticisi olacak ve diğer ülkelere bağımlılıktan kurtulacak (Guardian, 12.11.2012). Britanya, Avustralya, Polonya ve Çin de kaya gazı çıkartmaya izin veren ülkeler arasında. Öte yandan, bir başka iddia ise, daha ‘temiz’ enerji kaynağı olarak gösterilen kaya gazının, doğayla uyumlu bir büyüme sağlayacak olması.
Ancak her şey iddia edildiği gibi toz pembe değil. Çeşitli sivil toplum örgütleri, sosyal hareketler ve bilim insanları, kaya gazının faydasından çok riskinin olduğu görüşünde. Doğal gaz sanıldığının aksine, kömür ve petrol gibi diğer fosil yakıtlara göre sadece daha temiz bir enerji kaynağı. Doğal gazın çıkarılması ve kullanımı sırasında, doğaya metan gibi sera etkisi yaratan ve küresel ısınmayı devam ettiren gazlar hâlâ salınmakta. Üstelik hidrolik kırılma henüz gelişmekte olan bir teknik. Doğa ve insan sağlığına etkileri konusunda yeterli bilimsel araştırma yapılmış değil. Bilinen gerçek, bu yöntemin yeraltı sularının geri dönülemez bir şekilde kirlettiği. Kaya gazını çıkaran şirketler, kullandıkları kimyasal maddelerin listesini açıklamamakta diretiyor. Ancak, TEDX isimli NGO’nun kurucusu ünlü bilim insanı Prof. Dr. Theo Colborn’un önderliğinde yapılan araştırmaya göre, kaya gazı üretimi sırasında 596 tane kimyasal madde kullanılıyor. Yeraltı ve yüzey sularına karışan bu kimyasal maddelerin birçoğu insan sağlığını tehdit eder cinsten. Etkileri de hemen gözlemlenebiliyor. Örneğin, Amerika’da yeraltı gazlarının çıkartıldığı alanların çevresinde yaşayanların ciddi nörolojik hastalıklara yakalandıkları tespit edilmiş. Hidrolik kırılmanın bir diğer zararlı etkisi de, dünyayı kelimenin tam anlamıyla ‘kaygan’ bir zeminin üzerine oturtması. Yer dibinde oluşturulan kırılma ve çatlaklar depremleri tetikleyebiliyor. Kaya gazı karşıtları, Britanya’da 2011 yılı boyunca oluşan çok sayıda küçük depremden hidrolik kırılma yöntemini sorumlu tutuyor. Ayrıca, Greenpeace raporlarında belirtildiği üzere, hidrolik kırılma tekniği aşırı miktarda su kullanımı sonucunda yer altı sularının seviyesinde azalmaya, toprak kirliliğine, gürültüye ve tarımsal arazilerin bozulmasına neden oluyor. Tedirgin eden bir başka yan etki ise, kaya gazının yaygın olarak çıkarılması, sanayinin rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmesini durdurması.
Zararları faydalarından çok hidrolik kırılma tekniği, dünya genelinde çeşitli kampanya ve hareketleri de tetiklemiş durumda. EarthFirst!, Greenpeace, Friends of the Earth gibi ulus-ötesi çevreci kuruluşlar kaya gazının zararları konusunda raporlar üretip, üretimin durdurulması için eylemlerde bulunuyor. Dünya geneline yayılan eylemlerin tepe noktası geçtiğimiz 22 Eylül günü yaşandı. Kaya gazına karşı küresel eylem günü olarak ilan edilen bu tarihte, 20 ülkeden yaklaşık 180 organizasyonun ve binlerce aktivistin katılımıyla dünya genelinde eşzamanlı eylemler düzenlendi. Bu küresel eylemlerin yanı sıra, yerel ve ulusal kampanyalar da devam etmekte. Britanya’da “No Fracking UK” ve – ‘Kaya Gazıdır Git’ diye imâlı bir şekilde tercüme edilebilecek- “Frack Off!” gibi kampanyalar, çeşitli yerel ve ulusal grupların katılımıyla sürmekte. Üstelik kaya gazı karşıtlığı, bir grup çevreci ve aktivistle sınırlı değil. 2012 yılında yapılan bir araştırmaya göre, Britanya kamuoyunun yüzde 67’si ‘temiz’ enerji olarak sunulan kaya gazı yerine rüzgar enerjisini tercih ediyor (Guardian, 23.10.2012). Food & Water Watch isimli NGO’nun verilerine göre, Amerika Birleşik Devletleri’nde irili ufaklı yaklaşık 290 yerel oluşum kaya gazının yasaklanması için savaş veriyor. Kanada’da ise durum farklı değil. Çeşitli ulusal ve yerel kampanyalar sonucunda, Kanada nüfusunun yüzde 62’si bütün etkileri anlaşılana kadar hidrolik kırılmanın kullanılmaması gerektiğini düşünüyor (www.canadians.org, 06.02.2012).
Bütün bu çabalar, bazı somut sonuçlar da elde etmekte. Kaya gazı sondaj çalışmaları Fransa, Bulgaristan ve Çek Cumhuriyeti’nde yasaklanırken; İngiltere, İspanya ve Güney Afrika’da hidrolik kırılmanın etkileri belirlenene kadar bir süreliğine durduruldu. Ancak bu ülkelerden İngiltere, geçtiğimiz Nisan ayında, kontrollerin sıkılaştırılması koşuluyla, kaya gazına yeşil ışık yaktı.
Peki, kaya gazının bizim kahve ile ne ilgisi var? Çevre ile ilgili problemler belki de sınıf, ırk, din veya sınır tanımayan tek konu. Bu da, kaya gazı kullanımının arttıracağı küresel ısınmanın Türkiye sınırlarında beklemeyeceği anlamına geliyor. Bu nedenle Amerika veya Kanada’da çıkarılan kaya gazının etkileri Türkiye’de yaşayanları da ilgilendirmekte. Öte yandan, kaya gazı Türkiye’nin de iştihanı kabartmış durumda. Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO) açıklamalarına göre, Diyarbakır, Trakya ve Erzurum’daki üç alanda kaya gazı çıkarılma potansiyeli var. Geçtiğimiz Ekim ayında, TPAO-Shell ortaklığı tarafından Diyarbakır’da arama amaçlı sondaj çalışmaları başlatıldı. Ancak, kaya gazı hakkındaki haberler, bağımsızlık ve ekonomik getiri gibi ‘nimetlerden’ bahsetmekten öteye gidemedi. Kısaca, çevre ve insan sağlığı ile ilgili sorunların hiç biri, Greenpeace Akdeniz ofisinin yaptığı açıklamalar dışında, kamuoyuna duyurulmadı.
Özetle, dünyada hidrolik kırılma her anlamda yeri yerinden oynatırken, Türkiye’de henüz esamisi okunmamakta. Yazının başına dönersek, içilen bir yorgunluk kahvesinin yakın bir gelecekte boğazlara dizilmemesi için, kaya gazı üzerine düşünmek, tartışmak ve kayalar da, gazlar da yerinde kalsın demek şart.