Kavimler göçü başladı. Haftanın ortasındaki tek günlük tatili bile hafta sonuna ya da öncesine bağlayabilme becerisine sahip bizler, resmi olarak ilan edilmiş 9 günlük tatilin de suyunu çıkaracağız elbette. Yerine göre 10-12 güne bile uzatabiliriz bu süreyi. Demek oluyor ki yolculuklar gidişte de, dönüşte de eziyete dönecek. Bu bahsi geçen eziyeti İstanbul’da yaşayanların hissetmemesi neredeyse olanaksız. Bundan kaçabilmek için bir çoklarımız akıllı planlar yapsak da diğer akıllı planlarla çakışacak ve erken de çıksak yola, geç de dönsek ‘İstanbul’u yenmek’ gene başka bahara kalacak.
Uçakla gitsek havaalanına girmek kuyruk, bekle. İçeri girdin bir sürü farklı pasaport kuyrukları bekle. Gecikmeyelim, erken çıkalım dedik, saatlerce havaalanının içinde bekle. Uçağı zaten bekle, uçağın içinde illa bekle... İşte seyahat etmenin harika bir yolu böylece eziyete daha başından dönüyor. Bileti son dakika aldıysan geçmiş olsun beş birimlik koltuk olur yirmi birim, ama olsun 9 gün tatil var.
Gittiğimiz her yerde bir birimizi göreceğimiz bir tatil olacak bu da. Mesela ‘Bütün İstanbul Bodrum’a gelmiş’, ‘Bütün Türkiye Paris’te, Londra’da, Roma’da ...’ olacak. Yurt dışı gezilerinde ‘Ayy ne çok Türk var’ cümlesini kaçımız kurmadık? Peki kendi dilinin konuşulduğunu duyduğunda mutluluktan çok rahatsızlık hisseden kaç Çinli vardır? Onlar da her yerdeler, onlar daha da kalabalıklar üstelik. Galiba biz rahatça küfretmek istiyoruz ya da saçma sapan hareketler yapmak istiyor, farklı giyinmek, kendimizce özgür olmak istiyoruz. Ve başka bir Türk’ü görmek bu özgürlük alanını bozuyor, otokontrol gerektiriyor. Ülke refleksi yani özgürlüklerimizin bir birimiz tarafından kısıtlaması.
Tekrar yolculuğun başına dönelim. Hangi ulaşım yolunu seçtik? Hava? Konuştuk zaten, belli havaalanları ve hava yolları kapasite aşımından artık çok sayıda insanı mağdur ve mutsuz ediyor. Deniz, tren? Pek rağbet edeni yok. Öyleyse kara mı? Aslında fark yok gene kalabalığız ve aynı anda harekete başlıyoruz yani her yer tıkanacak. Karayolu trafiğine özellikle dikkat diyorum. Kendimi kamu spotu gibi hissetsem de söyleyeceğim. Böyle uzun tatillerde trafik kazalarında çok sayıda insan hayatını kaybediyor ya da yaralanıyor. Bayram evleri cenaze evlerine dönüyor. Bu arada uzun tatil dönemlerinde kazalar sonrası yaralanan insanlara sınırlı sayıda hastane ve ekip müdahale kabiliyetine sahip. İstediğiniz kadar sigortanız, çevreniz, paranız olsun (malum bunlarla Türkiye’de her kapı açılır) alacağınız hizmet bulunduğunuz bölgenin standardı kadar olacaktır. Bu da bir ülke gerçeğidir. Yani kendi hayatımız gene kendimize ve birbirimize emanet, aman ha.
‘En güzeli evde kalmak’ diyenler kazanacak gibi bir sonuç çıkıyor. Bu kez de koca 9 gün şehirde ne yapılacak sorusu cevap bekliyor. Daha çok İstanbullu, çalışan insanlar özelinde yazmış oluyorum ama bir yerinden hepimizi illa ki etkiliyor bunlar. Bayram tatili için şehirde kalmayı seçtiysek iyi bir plan oluşturmak gerek. Öyle bunalıyoruz ki şehirden herkesin görmek için çıldırdığı, bu seneyi saymazsak, akın akın turistin geldiği İstanbul’dan her fırsatta kaçmak istiyoruz.
Bu bayram gitmeye üşendiğiniz, ertelediğiniz en uzak mesafelere gidilebilir mesela. Trafikte, arabanın içinde geçirdiğimiz zamanın ne kadar aptalca olduğunu, o km lerin normal hakkının ne olduğunu tatmak gerek. Turistler niye İstanbul’a geliyor? Onların gözünden bakarak, turist gibi İstanbul’u gezmek farklı bir deneyim yaşatacaktır. Müzeleriyle, camileriyle, saraylarıyla, tarihi alanlarıyla, boğazıyla şehri içimize çekebiliriz. Bunları sadece bakarak değil, dinleyerek, öğrenip-anlayarak, adımlayarak gezmek istesek, çok donanımlı tarih hocalarıyla tur düzenleyen gruplar var onları bulun derim. İstanbul’u öğrenirsek, anlamak, sevmek ve tahammül etmek daha kolay olabilir.
Hava güzel olacakmış. Benim gibi spor delisi olanlar için açık havada kat edilecek çok kilometre var, koşarak, bisikletle, dağları tırmanarak, yüzerek nasıl isterseniz. Ne kadar yersiniz, içersiniz beni ilgilendirmez tabi ama kolesterolün dibini de görmeyin derim. Sonra bayram bitecek, yedikleriniz pişmanlığınız olmasın.
İlla bir şeyleri ertelemişsinizdir. Evinizle ilgili tadilatlar mesela işte fırsat madem kaldınız evinizde keyifle bunları yapın. Kitaplar, okumalar, yazmalar... İştahla okuyabileceğiniz kocaman 9 gün. Şu televizyonu kapatın, ya sokağa çıkın okuyun, ya evinizde, deniz kenarında, vapurda okuyun. Kana kana okuyun, heves edip yazın mesela.
Bayram tabi, tatilin sebebi bu. O zaman bayramın gelenekleri yerine gelmeliyiz. Büyüklerimizi, sevdiklerimizi, aramızda olmayanlar için mezarlıkları ziyaretler ruhumuzu besler. Gelenekler sıkıcı gibi görünse de aslında çok hoş seremoniler. Bunları ihmal etmemek, kaybetmemek lazım. Eski bayramlar yoksa yenileri var deyip geçmişe öykünmekten kurtulalım. Kart yazıp, postalama zahmeti bitti madem mesaj yazalım, telefon edelim. Ama mesajları otomatikten atmayalım, şirket, işyeri değilsek tanıdıklarımıza adlarıyla hitap eden, hoş şeyler yazalım. Sosyal medya gene tek renk olacak ama ne yapalım orasının da olayı bu biz içimizi rengarenk yapalım. Dini bayramların daha içten kutlandığı bir gerçek. Artık milli bayram kutlamaları tek tek bir vesileyle iptal olduğundan elimizde kalan bayramların kıymetini bilelim.
Bu bayram seçimimi kavimler göç grubuna katılarak kullanıyorum. Çoğu bayram nöbetlerle, çalışarak geçti. Öncesi çocukluğumuzun bayramlarıydı, kalmadı. Modern toplum, çalışan insan, dinlenme ihtiyacı, insanı tüketen bir İstanbul vs alt alta koyunca annemin, babamın elini erkenden öptüm, yollara düştüm. Yanımda arkadaşlar, bavulumda kitaplar, bilgisayar, koşu malzemeleriyle. İstanbul böyle harika hiç gelmeyin diyecek olanlar da tadını çıkartsın sakinliğin, mecbur dönülecek ve okullar açılacak, işe gidilecek, hayat kısa molanın ardından tüm şehvetiyle tekrar başlayacak.
Herkese mutlu bayramlar. Nerede, nasıl geçiyorsanız bayramınızı huzurlu, sağlıklı, sevgiyle, sımsıcak olsun. Büyüklerin, küçüklerin, yaşıtların herkesin gözlerinden öperim.