10 Mart 2022

Yaşayan, akan şeyler tüm deliklerden, kapatılmış sokak aralarından sızar!

Kadınların bir araya gelişini engellemek için kasabadan da büyük bir semti askıya alıp, -ülke ekonomisinin uğradığı zarar demek belki abartılı olacağından- esnafı ve iş yerlerini günlük ekonomik hareketten mahrum bırakma sonucu yaşatılan sıkıntıya değdi mi?

İstanbul'da 8 Mart -özellikle son yıllarda- yoğun polis engellerini aşarak kutlanıyor. Tabii her yıl bu engeller artırılarak saçmalık sınırlarında gezindiğinden, mizahi bir yan da oluşmuyor değil. Ama bu kez, yani, bu yılın (2022) 8 Mart'ı sınırların zorlanmasını da aşarak onun çok çok ötesine geçti.

İstiklal Caddesi ve Sıraselviler'e ulaşan tüm sokak başları, sokak araları; söz konusu caddelere girinti sağlayacak tüm kuytular kapatılmış, buralardan geçişler yasaklanmıştı. Film yönetmenleri bu sahneleri gördüler mi bilmiyorum, ama eğer kaçırdılarsa... Zira tam da 'filmlere konu olacak' görüntüler sokaklarda, caddelerde sergileniyordu ve mekansal tasarım/oyuncu masrafı gerektirmeyecek bu doğal sahneleri kaçırmakla iyi etmediler bence.

Düşünsenize, günün ortasından itibaren binlerce esnafın, konutların, mekanların, otellerin/motellerin bulunduğu bir yaşamsal alanda gerçekleşmesi gereken tüm günlük pratikler iptal ediliyor. Bu arada, yasaklanan bu yerin dünyanın gözü önünde bir yer oluşuyla birlikte turistik boyutunu da unutmayalım.

Bütün bu "önlemler" niye!?

Kadınların bir araya gelişini engellemek için kasabadan da büyük bir semti askıya alıp, -ülke ekonomisinin uğradığı zarar demek belki abartılı olacağından- esnafı ve iş yerlerini günlük ekonomik hareketten mahrum bırakma sonucu yaşatılan sıkıntıya değdi mi?

Sonuçta kadınlar, küçük aralardan ve geçitlerden sızarak kendilerine Sıraselviler, İstiklal Caddesi genişliğinde bir alan bulmayı başardılar ve öncekilerde olduğu gibi bütün renkleriyle varlıklarını yeniden ilan ettiler.

Peki, bu gücün nereden geldiğini sorgulamak gerekmez mi!

Çünkü o yasaklanmış yere sadece kendileri değil, yüzyıllara yayılan tüm kadın kuşağıyla birlikte geldiler. Bakmayın siz onların genç olduklarına, hepsi çok yaşlılar aslında. Bugün sokak aralarını zorlayarak yürüyorlarsa eğer, bilge bir geçmişten beslendiklerini, güç aldıklarını unutmamak gerekir. İçlerinde annelerinin, büyük büyük annelerinin ellerinden alınmış yaşamlarının adalet isteyen itkisini taşıyorlar çünkü. Her yeri abluka altına alınmış bir yerden küçük delikler bulup orayı geniş bir cadde haline getirmeleri bu yüzden.

Kadın varoluşu/olgusu/kavramı çerçevelenip, maddeler halinde sorunlar sıralayarak tanımlanamayacağı gibi, dönemin siyasi/politik hassasiyetleriyle hiçbir şekilde yaftalanıp, kriminalize edilemez.

Zira kadınlık, dirimselliğiyle birlikte akan bir şeydir. Yaşayan, akan şeylerin tüm deliklerden, kapatılmış geçiş yerlerindeki boşluklardan, sudan, havadan, toz zerreciklerinden, bulutlardan, nemden, buhardan sızacağı gerçeği bilimsel bir kanıt olarak gerektiği yerlerde duruyor.

İşte bir gün önce (8 Mart) kadınlar bunu kendileri üzerinden, bizzat yaşamın kendisi olarak bir kez daha kanıtladılarsa eğer, kuşaklar boyu biriken bu gücü görüp, anlamakta fayda var.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Edebiyat sosyetesi, baskıcı iktidar(lar) ve arzunun halleri…

Arzunun ta kendisinin kitap halindeki tasarımcılarıyla karşı karşıyayız. Ve onlar büyümüş bir kibirle nesnelerini piyasaya sürerken "iktidarsız öfke"leri körükleyip, celladıyla kurbanı arasındaki ilişki misali, çift taraflı ulaşılamazlık yanılsaması yaratıyorlar

Trajik kötülük varsa, Thomas Sankara da var!

İçimizden birkaç Thomas Sankara çıksaydı bütün bunları yaşar mıydık?

Gayya Kuyusu’ndaki Gregor Samsa…

Düşman olarak görülenlerin de hakları olduğunu unutmamakta yarar var; öyle ki, düşmanın bile olsa kara çalamazsın, iftira atamazsın!