“Sevgili Rossella, Sana dün yazmak istiyordum ama kötü bir ruh hali içindeydim... Böyle olduğum zamanlarda hapishanelerle ilgili rüyalar görüyorum hep... Ve bu gece de rüyamda bir kez daha tutuklandığımı gördüm, hatta canıma kastetmek isteyen bir grup Kalabriyalı’yla aynı hapishanedeydim...”
Bu mektup uzayıp gidiyor aslında. Gönderildiği yer; İtalya, Pontine Adaları’nda 1793’de kurulan Santa Stefano Hapishanesi. Ama bu mektup(lar)la, 13. İstanbul Bianeli arasında sıkı bir ilişki var. Tıpkı Lale Müldür’ün aynı adlı kitabından alıntılanarak bianele adını veren “Anne, ben barbar mıyım?” seslenmesinin toplumları mahkum eden bir zihniyetini sorgulaması gibi. Bu isim, 20 Ekim’de bitecek olan 13. İstanbul Bianeli’ni oldukça ironik kıldı. Hayır hayır, sadece oryantalizme eleştirel gönderme değildi bu.
Dünyanın tüm barbarları...
Dünyanın tüm barbarlarına ya da içimizdeki barbarlığa da bir şeyler söylüyor olabilirdi. Ama isme çok takılmayalım. Bienal, hayatsal pratik, yaşam ve olayların kavramsal-sanatsal dışavurumu olarak o kadar kapsamlıydı ki, Antrepo no.3, Galata Özel Rum İlköğretim Okulu, ARTER, SALT Beyoğlu, ve İMÇ 5. Blok’taki 5533 gibi İstanbul’un belli başlı mekanlarında binlerce bakış açısıyla buluştu. Daha doğrusu izleyici, gerçekleştirilen tüm sergi, enstelasyon ve performansların çok önemli bir bileşeni, bianelin ayrıntıda gizlenen bütünleyicisiydi. Zira hafızaların bir araya gelerek, deneyimlenen tüm yeniyle ve yaşamla yeniden ilişkiye girmesi gerekiyordu.
Küçük, sönük kırmızı bir hücre...
Peki, Santa Stefano Hapishanesi, Galata Özel Rum İlköğretim Okulu’na nasıl sığdı. “Birlikte hapishane ve mezarlığı gezdikten sonra güneşlenirken gördüğün ve sonrasında bana anlattığın rüyayı yazıyorum sana. Rüyaların daima hayal gücümüze ilham verdiğini bildiğim için gönderiyorum bunu: ‘Küçük, sönük kırmızı bir hücre gördüm rüyamda, içeride solda bir kemer ve kemerin altında küçük bir çivi ile tutturulmış bir fotoğraf...” yazılarını içeren mektuplarla sığdı belki. Ama asıl olarak, İtalyan sanatçı Rosella Biscottin’in, enstelasyon-video ve heykel çalışmasıyla.
Bir mahkumun fiziksel ve zihinsel yeteneklerinin nasıl yok edildiğinin ve asıl olarak da yalnızlığın sınırları zorlayan psikolojik etkileriydi söz konusu olan .Bu yüzden salon boyutlarındaki bir odaya kolayca sığmıştı.
‘Panoticon’ olarak hapishane
Pontine Adaları’nda ve aynı adı taşıyan adada bulunan Santo Stefano Hapishanesi 1793’te inşa edimişti ve bir “Panoticon” (herşeyi gösteren)di. “Filozof ve hukukçu olan Jeremy Bentham’ın, devamlı kontrol altında olma hissini dürtüklemek, mahkumun kimliğini yok etmek ve cezalandırmak için tasarladığı ideal hapishane projesine uygun olarak” inşa edilmişti. Ama her şeyden önce de siyasi mahkumlar ve komünistler için özel yapılmasıydı yüzümüzde patlayan. Ve 1965 yılına kadar da İtalya’daki tüm komünist ve solcuları yok etmek için varlığını sürdürmesiydi. Galata Rum Özel Rum İlköğretim Okulu’na da bu yüzden sığmıştı.
Tutsak edilen bir düşünce suçlusunun, eylemcinin, süreç içinde tüm fiziksel, zihinsel, ruhsal yetilerinin yok edilmesi üzerine kurulan bir hapishane düşünün. Zaman içinde yok olmanın mimari olarak tasarımlanmasını yani. Bir de bunun iki yüzyıla var bir zaman boyutunda gerçekleştirildiğini.
Umberto Terracini, Mauro Scoccimarro, Athos Lisa, Giuseppe Romita, Ponza, Vetotene, Giorgio Amendola , Luigi Longo , Walter Audisio , Pietro Secchia , Camilla Ravera , Giuseppe Di Vittorio Giovanni Roveda ve Eugenio Curiel , Eylem Partisi lideri Riccardo Bauer ve sosyalist Lelio Basso gibi daha bir çok isim Santo Stefano’nun hücrelerinden enstelasyon-heykel-video’yla Galata’nın hafızasına yerleşti. Rosella Biscottin, tasarladığı enstelasyonla, yolu Santo Stefano’ya zorunlu olarak düşenlerin neredeyse tamamının orada öldü(rüldü)ğünü fısıldamak istememiş de olabilirdi. Ama fısıltılar öyle bir çoğalıyordu ki, muhtemelen Biscottin’in enstelasyonuyla birlikte, yaklaşık iki yüzyıl önce Pontine Adaları’nda tasarlanan Santa Stefano’nun sınırlarını aştı. Galata Özel Rum İlköğretim Okulu’nun bir sınıfında bir “Panoticon”, yani “herşeyi gösteren”di artık. Böylelikle, Santa Stefano Hapishane’sinin yakınlarına gömülen mahkumlarla, terfi ettirilen cezaevi komutan ve gardiyanları arasındaki amansız ilişkiye, Türkiye’deki F Tipi hapishanelerle birlikte, gelmiş geçmiş tüm uygulamalar da dahil oluyordu.