Egemen sistem ve onun iktidarı, bütün ülkedeki evlerin en gizli köşelerine kadar girecek, yeme içme, sevişme alışkanlıklarını kaydedecekmiş… Bunun için “Kişisel Verilerin Korunması Yasa Tasarısı”nı Meclis’e sunmuş bile. Bunu da MİT, Jandarma ve Emniyet üçlüsüyle gerçekleştirecekmiş. Bu üçlü, “ırk, etnik köken, siyasi düşünce, din, mezhep, dernek, sendika üyeliği, sağlık ve cinsel hayatla ilgili veriler’i toplayacakmış…
İktidarın çocukları tutuklamak, hak talebinde bulunanlara alabildiğine şiddet uygulamak, özgürlük alanlarını yok etmek… gibi yoğun işleri varken “kişisel verileri korumaya” niye bu kadar meraklı olduğu ilk bakışta anlaşılmıyor. Her ne kadar bunun diğer bir adı “fişleme” olsa da işin içine cinselliğin de girmesi kafaları biraz karıştırıyor.
Halkın bedeni metaforu
Ancak, Thomas Lemke’in Biyopolitika’da belirttiği gibi, insan bedenine odaklanan politik stratejiler hiç de yeni değil. Bedenlerin disiplin altına alınması, nüfusun düzenlenmesi (“üç çocuk…” nakaratı) Nasyonal Sosyalizm’in de temel temel stratejilerinden biriydi. “Nasyonal Sosyalizm dönemi boyunca demokrasi karşıtı, organikçi devlet görüşünün muhafazakar karakteri ırkçı bir eğilim de edinmiştir. Yaygın şekilde kullanılan ‘halkın bedeni’ (Volkskörper) metaforu o zamanlar otoriter, hiyerarşik bir biçimde yapılanmış ve ırksal açıdan homojen bir topluluğu işaret ediyordu. Nasyonel Sosyalizmin devlet ve topluma ilişkin görüşlerinin iki temel özelliği vardı: Birincisi, tarihin öznelerinin bireyler, gruplar ya da sınıflar değil, ortak bir genetik mirası olan kendi içine kapalı toplumlar olduğu düşüncesini öne sürüyordu.
Bu düşünce, halklar ve ırkların ‘miras aldıkları biyolojik özellik’e bağlı olarak doğal doğal bir hiyerarşisi olduğu varsayımıyla tamamlanıyordu… Nasyonal Sosyalist biyopolitika görüşü, bir yandan kadere bağlı bir güç olarak hayat düşüncesiyle mitik kökenin alanı arasındaki yapıcı gerilim, öte yandan da etkin değişikliğin ve biyolojik olayların denetiminin mümkün olduğu kanaati tarafından mimlenmişti…”
Panopticon hapishanesi
Kuşkusuz ki, kontrol mekanizmasını daha da geliştirmek isteyen egemen sistemin en son varacağı nokta insan bedenini denetim altına almak olacaktır. Foucault’un Panopticon kavramıyla iktidarların kontrol mekanizmalarını nasıl geliştirdiği bilgisinin altını çizmekte yarar var. Egemenlerin, insanların tutum ve davranışları üzerinde daha etkin, daha fazla nüfuz sahibi olmak için uyguladıkları yöntemlerden en önemlilerinden biri de Panopticon hapishanesiydi. Denetim mekanizmasını daha iyi anlatmak için Bantham’ın Panopticon hapishanesi metaforunu kullanan Foucault, fişlemenin bugün geldiği boyutu da anlatıyor bir bakıma. -Ki burada kayıt sistemi özel bir yerde duruyor.- Bu durumda, Panopticon hapishanesinin yerini alan şeyin enformasyon teknolojisi olduğunu söylemeye gerek yok. Bu teknolojisi sayesinde “toplanan kişisel enformasyon miktarının sürekli” nasıl arttığının da.
Gizlilik hakkının korunmasının uluslararası sözleşmelerle koruma altına alındığını ise hiç hatırlamamakta yarar var. Aynı zamanda Türkiye’nin de bunun altına imza attığını. Üstelik, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirgesi’nde yer alan “gizlilik temel bir insan hakkıdır” maddesinin gerektirdiği kurallara sadece resmi görevlilerin değil, herkesin uyması gerektiği zorunluluğu ortada duruyorken...
Bireyselliğe vurulan damga
Foucault’un cilsellik konusunu merkeze alması boşuna değil. Foucault’a göre cinsellik “iki eksenin birleşme noktası”nda yer alıyor. “Cinsellik, normatif beklentilere yol açan ve gözetleme ile disiplin önlemlerine açık olan bedensel bir davranışı temsil eder. Aynı zamanda yeniden üretim amaçları için nüfusun biyolojik süreçlerinin bir parçası olarak da önemlidir. Cinsellik, etkileri bedenin mikro düzeyinde ve nüfusun makro düzeyinde konumlandığından ötürü ayrıcalıklı bir yer edinir. Bir yandan ‘bireyselliğe vurulmuş bir damga’dır. Görünür davranışın ‘arkasında’, söylenen sözlerin ‘altında’ ve gizli arzuların ve cinsel güdülerin peşine düşülen rüyaların ‘içinde’. Öte yandan cinsellik ‘siyasal işlemler, ekonomik müdehaleler ile bireyi ahlaklı ve sorumlu kılma amacıyla girilen ideolojik kampanyalar haline gelir... İktidarın mutlak hakkı, hesaplamanın, ölçmenin ve kıyaslamanın göreli mantığıyla yer değiştirme eğilimindedir. ‘Toplumun normalleştirilmesi’, doğal hukuk tarafından belirlenen toplumun yerine geçer...”
Bu durumda, uluslararası ve ulusal hukuk makamları tarafından –sözüm ona- güvence altına alındığı sanılan maddelerin rahatlıkla delinmemesine şaşırmamak gerekiyor.