Tarih 1 Haziran’ı gösterdiğinde Gezi eylemleri de “korku bugün itibariyle yer değiştirdi” duyurusuyla duvarlara imzasını atmıştı. Neydi korku? En önemlisi de, kader(ler)in yeniden yazıldığı tarihin hattı, Gezi eylemleriyle nasıl bir ilişkiye girmişti? Başbakanın parmağını ekrana doğru sallayarak “sizi gidi Geziciler sizi” ifadesi, savurduğu salvolarının en sulu haliydi. Ama genel anlamda korku analize edilmişti. Bu korku, herhangi bir olguya dayanmayan, nesnesi olmayan bir korku değildi. Bir belirleyeni vardı; bunun da ceberut devlet olduğunu herkes biliyordu. İşte Gezi duvar(lar)ında önce, artık terk edilen bu korku duyurusu göze çarptı. Hezeyanlı bir kopuş yaşanıyordu, cellatlarını sevmek zorunda kalanlar büyük bir gecikmişlik duygusuyla, ele geçirilerek kendilerine yabancılaştırılmış yaşam alanlarını geri almanın büyük adımını atıyorlardı. Aynı zamanda da “bu daha başlangıç”tı.
Gezi Aynasında Marksizm
Sadece Türkiye’ye değil, dünyaya da damgasını vuran Gezi eylemleri neyin, nelerin başlangıcıydı peki? Daha da önemlisi Türkiye insanının ve halklarının önüne hangi yolları açmıştı? Sorular çoğaldıkça yerlerini değişik bakış açılarının belirlediği yanıtlara bırakıyordu. Eylemlerin itici gücünü kendiliğindenlikten alan bir yanı vardı. Tasarlanmamıştı, dipten gelen dalgaydı. Yaşanmışlıklardan, anılardan, acılardan hiç de kopuk değildi. Siyasal, sosyal tarihin bir halkasıydı ama katalizörlüğünün yanı sıra çoklu bir işlevi vardı. Bu sıralananlara ilaveten Gezi eylemleriyle ilgili çok şey yazıldı, etkinlikler düzenlendi. Bu etkinliklerden biri de geçtiğimiz gün Hill Otel’de gerçekleştirilen Gezi Aynasında Marksizm adlı sempozyum oldu. Eylemlerin en yoğun yaşadığı dönemlerde saldırılardan kendilerini korumak isteyenlerin diğer başka yerler gibi söz konusu otelin lobisine de sığınmaları sonucu polisin zaman zaman otelin kapısını zorladığını, içeri gaz bombaları attığını düşünürsek, sempozyumla mekan arasındaki ilişki de içeriğe dahil oluyordu. Zira Gezi eylemleri gerçekleştikleri, bulaştıkları mekanlarla da bir bütünlük oluşturuyordu.
Çokluk, çeşitlilik…
Böylelikle de, başta Taksim olmak üzere, İstanbul’un diğer semtleriyle birlikte, Türkiye’nin her bir bölgesinin her bir mekanı, farklı eylemci tipolojilerine sahne oluyordu. Gezi Aynasında Marksizm sempozyumundaki değişik bakış açılarının Gezi’deki eylemci çeşitliliğine benzediğini söylemek abartı olacak belki ama, bu kez de yaşananların farklı bakış açılarına göre yeniden yazılmasıyla karşılaşıyorduk. Ama sempozyumun düşünce paradigması, tıpkı Gezi eylemlerinde olduğu gibi çokluk, çeşitlilik üzerine kurulmuştu. Demir Küçükaydın, Ergin Yıldızoğlu, Ferda Koç, Feti Benlisoy, Nazan Üstündağ, Ayşen Uysal, Cihan Tuğal, Ertuğrul Kürkçü, Hülya Osmanoğlu, Metin Kayaoğlu’ndan oluşan konuşmacılardan her biri Gezi’yi ayrı ayrı, aynı zamanda da Gezi’yle ilişkilendikleri yerlerden gösterdiler.
Kürt hareketinin Gezi’yle ilişkisi
Ama her konuşmacının ortak noktası, Gezi süreciyle kendini tanıtarak ezberleri bozan ve bilinen sınıf tanımlarını zorlayan yeni bileşenlerdi. Yeri geldi Marksizmi zorladılar. Böylelikle de, Gezi Aynasında Marksizm, Marksizm Aynasında Gezi arasında mekik dokudu. Çoğu kez Gezi’nin özgün gerçekliği -Marksist teori çerçevesine sıkıştırıldığından- arka planda kalsa da, tüm konuşmacıların oluşturdukları argümanlar şunları düşündürüyordu; Gezi’deki eylemci bileşenlerinin, tüm dünyayı çevreleyen kumarhane kapitalizmiyle ilintisi olduğu bir gerçekti. Finansal kapitalizm emek, üretim ilişkileri yapısını değiştirdiğinden proleterya, küçük burjuvazi gibi kavramların çeperi de oldukça genişlemişti. Gezinin eylemci tipolojisini söz konusu kavramlardan yola çıkarak tanımlamak ne derece yeterliydi? Öncelikle, 31 Mayıs’ta başlayan, 1 Haziran’da kendini ilan eden Gezi direnişinin dinamikleri, Türkiye’nin en az otuz küsur yılında şekillenen siyasal, sosyal sıkışmışlığında şekillenmiş, diğer bir yandan da bugünlere kadar gelerek büyük bir mücadeleyle varlığını sürdüren Kürt hareketinin ana damarlarıyla beslenmişti. Kadınların katılımının da ön planda olduğu, hatta kadınların şekillendirdiği bir hareket olması gözden kaçamazdı…
Tıpkı edebiyat gibi herkes Gezi’yi ayrı ayrı yazıyordu sanki. BDP ve TGB bayrağı taşıyan el ele tutuşmuş iki eylemcinin yanında, kurt işareti yapan başka bir eylemcinin, polisin gaz bombalarına birlikte karşılık verdikleri anın fotoğrafı ise sempozyumun afişi olarak göz dolduruyordu. En etkili konuşan da bu afiş oldu aslında. Söz konusu fotoğraf, Gezi’nin eylem karakterini anlattığı gibi, açtığı yolları, sermayeye ve iktidara karşı mücadele eden öznelerin de kimler olduğunu/ olacağını gösteriyordu.