22 Temmuz 2020

"6284, budur!"

Hem hiçbir yetkili, hiçbir devlet görevlisi bile bile cinayete onay verip, bunun önünü açmaz. Açmaz di mi? Doğrusu da bu. Açmaz aslında...

Kör uykulara çakılıp kaldık. Sürekli kötü rüyalar görüyoruz; tam bitti uyandık derken, yeniden başlıyor kabus. Öyle bir kabus ki, "Yaşamak İstiyoruz İnisiyatifi" adında bir örgüt bile kurulmuş... Öldük mü yoksa? Uykunun ağırlığıyla uyanıp etrafımıza da bakamıyoruz. Ama uykuda da olsa derinlerden gelen o sesi duyabiliyoruz: "Böyle bir inisiyatif kuruldu çünkü, durum çok ciddi" diyor ses.

Bir yer varmış, orada kadınları öldürmek için harekete geçmiş bazı güçler. Üstelik kadınlar teker teker yok edildikleri halde durumun hâlâ farkında değillermiş. Her gün bir kadın kayboluyormuş o yerde. Eğer kadın evliyse kocası, değilse sevgilisi gizli gizli kumpaslar kurup fırsatını bulduğu anda harekete geçiyormuş... Ortadan kaybolan kadınlar bir süre sonra başlarından bedenleri ayrılmış, vücutları parçalanmış, yakılmış, boğulmuş bir halde izbe yerlerde bulunuyormuş.

Cinayete kurban gitmese bile, hepsi birer -potansiyel- katledilme eşiğinde olan kadınlar var güçleriyle bağırıyorlarmış sokaklarda. Ellerinde pankartlarla yetkililere, devlet görevlilerine sesleniyorlarmış. Ellerinde İstanbul Sözleşmesi adında kalan o tek şey eğer gerçek anlamda hayata geçirilirse eş, sevgili, arkadaş... kılığına bürünerek cinayetlerini meşru hale getirenleri bir nebze de olsa engelleyebileceklermiş.

Uykunun en kritik noktasındasına geliyorsunuz böylelikle. Ellerindeki pankartlarla yumulu gözlerinizin taa içine içine giren bir kadın kitlesinin anaforu içine yuvarlanıyorsunuz. Herbiri ayrı yaşta, herbiri ayrı renkte binlerce kadın... Çığlık çığlığa üzerinize doğru geliyorlar. Tam bu esnada birisi elinde tuttuğu tek cümlelik çözüm önerisini yüzünüze doğru tutuyor:

"6284, budur!"

Ferahlar gibi oluyorsunuz o anda. Kendi kendinize "buysa kolay" diyorsunuz. Nereden biliyorsunuz peki, bunun adının aynı zamanda İstanbul Sözleşmesi olduğunu. Kim söyledi size? Daha neyin ne olduğunu anlamadınız ki! Ama işte yaşamak güdüsü öyle güçlü, öyle bilge, öyle tartışma kabul etmeyecek bir şey ki, uykuda bile bunun 6284 no’lu bir yasa olarak yetkililerin insafında beklemekte olduğunu, eğer yasayı yok etmezlerse cinayet pususu kuranların geri adım atmak zorunda kalacaklarını anlıyorsunuz.

Debelenip duruyorsunuz sonra. Yok, etrafı "kabul etmek zorundasınız!" diye çınlatan sizin sesiniz olamaz. Siz uykudasınız, unuttunuz mu(?)

Öyle bir eşiktesiniz ki, ya bu yasa da adı Büyük Millet Meclisi olan topluluk tarafından oy birliğiyle kaldırılırsa...

Kaldırılırsa...

Uyumaya devam mı?

Zaten kaldırılırsa uyumanıza da uyanmanıza da gerek kalmayacak.

Çok kritik bir an yaşıyorsunuz şimdi. "Bak, eli kulağında" diyor o rahatsız edici ses. "Bu son çıkış" diye devam ediyor sonra.

Uykunuzda bile uçurumun kıyılarına getire getire sizi orada bırakanlar kim(ler)?

Kim bunlar?

Rüya işte! Yaşama hakkı tartışılır mı! Bu olsa olsa ancak kabusa dönüşmüş rüyalarda olur.

Hem hiçbir yetkili, hiçbir devlet görevlisi bile bile cinayete onay verip, bunun önünü açmaz.

Açmaz di mi?

Doğrusu da bu. Açmaz aslında...

Bir teselli gibi "açmaz" diyen kendi sesinize uyanıyorsunuz uyanmasına da...

Ya kaldırırlarsa...

O zaman uyandığınız bu yer, sizin vatanınız olamaz, olmamalı!

Olsa olsa "burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi" olur ancak. 

Yazarın Diğer Yazıları

Edebiyat sosyetesi, baskıcı iktidar(lar) ve arzunun halleri…

Arzunun ta kendisinin kitap halindeki tasarımcılarıyla karşı karşıyayız. Ve onlar büyümüş bir kibirle nesnelerini piyasaya sürerken "iktidarsız öfke"leri körükleyip, celladıyla kurbanı arasındaki ilişki misali, çift taraflı ulaşılamazlık yanılsaması yaratıyorlar

Trajik kötülük varsa, Thomas Sankara da var!

İçimizden birkaç Thomas Sankara çıksaydı bütün bunları yaşar mıydık?

Gayya Kuyusu’ndaki Gregor Samsa…

Düşman olarak görülenlerin de hakları olduğunu unutmamakta yarar var; öyle ki, düşmanın bile olsa kara çalamazsın, iftira atamazsın!