24 Aralık 2021

Üç aşıyla Omicron'u nasıl kaptım?

Covid-19 Günlüğü 1: Noel öncesi masal gibi New York, gıda zehirlenmesi, Jeff Daniels sen ne müthiş bir Atticus Finch olmuşsun, Omicron git başımdan!

İnsan ne zaman ki kendini usta şoför zanneder, araba kazasını o zaman yapar. Benim de Covid-19 kazam böyle gerçekleşti. Üç aşımı olmuşum, iki yıl boyunca sokakta bile maskeyle dolaşmışım, Covid-19'la yaşamaya alışmışım, bu meretin artık beni bulmayacağının yanılgısı içine düşerek Noel tatili öncesi arkadaşımla Vancouver'dan New York'a seyahat planlamışım.

Sadece bir ay önce Covid'e, yeni bir varyant çıkmazsa yavaş yavaş bitiyor, gözüyle bakıyorduk. Vancouver'da her yer açılmıştı. Barlar, restoranlar, tiyatrolar, opera, sinemalar, spor salonları... Her yer. Ona rağmen günlük vaka sayılarında önemli bir artış olmuyordu. Aşılar ve maske takmak işe yaramıştı. Her şeyi yapabiliyorsak artık tatile de gidebiliriz diye düşünerek, NY'a uçak biletlerimizi aldık.

Nurtopu gibi yeni varyantımız: Omicron

Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Seyahatimize bir hafta kala nur topu gibi yeni bir varyantımız oldu: Omicron. Güney Afrikalı bilim insanlarına bizi bu varyantla ilgili erken uyardıkları için minnettarız. Ama bir şeyi ne kadar erken öğrenirsek, hakkında o kadar az şey biliyoruz demektir. Bulaşıcılığı, aşıların bu varyanta karşı etkili olup olmadığı ile ilgili spekülasyonlar son hızla ilerlerken, arkadaşıma dedim ki; "Şu ana kadar biz kaçtık, Covid kovaladı ama biliyorsun değil mi, NY'da bu hastalığı kapabiliriz."

"Biliyorum," dedi. "Aşılıyız, Olursak da hafif atlatırız. Şu anda seyahati iptal edersek uçak biletlerimiz yanar. Ayrıca hayatı ne kadar erteleyebiliriz ki... Her yeni varyant çıktıkça, başa sarıyoruz. Ne zaman biteceği belirsiz olan bir şeyle mücadele ediyoruz."

"Tamam" dedim. Derken bile ağzımdan çıkana kendim inanmıyorum, Covid kapabileceğimi düşünmüyorum. Kapı gibi üç aşıma, Türkiye'den dönerken yaptırdığım antikor testimdeki yüksek rakama güveniyorum.

James Bond'un tiyatroda Macbeth olduğu şehir

New York, Noel öncesi kalabalık. Sokaklar, kafeler, restoranlar, eğlence mekanları, müzeler, tiyatrolar adeta mahşer yeri. Macy's, Bergdorf Goodman, Saks Fifth Avenue gibi mağazalar vitrinlerini sanat eseri gibi süslemiş. Her yıl NY'luların büyük bir coşkuyla beklediği Rockefeller Center'ın önündeki dev yılbaşı ağacının rengarenk ışıkları yanmış. Met Opera iki yıl sonra açılmış; Puccini'nin Tosca'sı, Mozart'ın Sihirli Flüt'ü, Peri'nin Euridice'si tüm görkemleriyle tekrar sahneye taşınmış. Ünlü oyuncuların isimlerinin tepesinde yazdığı Broadway oyunlarının neon tabelalarına bakmaktan sokakta yürüyemiyoruz. Mart ayında emekli James Bond'umuz Daniel Craig'in Broadway'de Macbeth'i oynayacağını görüyorum. Gözlerim yerinden fırlıyor. Bu şehir bir başka, bir başka...

Rockefeller Center

Bergdorf Goodman vitrinleri, fotoğraflar: Tony Devenyi
Daniel Craig Macbeth'in başrolünde

Whitney Müzesi'nin rengi: Jennifer Packer

Chelsea semtine bambaşka bir hava katan 5 yıl önce açılan Whitney Müzesi'nde, siyah ressam Jennifer Packer'ın "Göz gördüğünden memnun değil" sergisi var. Packer'ın renkleri büyüleyici şekilde kullandığı, gerçekle, hayal arasında gezinen tablolarında politik vurgular dikkat çekiyor. Packer siyahların bu şehre ait olduğunu, görülmeyi, duyulmayı, onaylanmayı hak ettiklerini söylüyor. Çok etkileniyorum fırçasından. Yeni yazı konuları için ilhamla doluyorum.

Jennifer Packer tablosu

Sanki hayalet şehre dönmemiş gibi

Sokaklar, dünyanın dört bir yanından Noel tatiline gelmiş mutlu ve umutlu insan yüzleriyle dolu. Yılbaşı pazarlarında iğne atsan yere düşmüyor. Herkes sevdiği şehirden, sevdiklerine küçük hediyeler, hatıralar alma derdinde... Esnafın yüzü gülüyor. Hava şansımıza güneşli. Central Park'ta sonbahar yapraklarını ayağımızla tekmeleyerek yürürken, güneş yüzümüzü ısıtıyor, sincaplar tepemizdeki dallarda zıplıyor, çocuklar büyük bir coşkuyla futbol oynuyor. Şehrin tüm buz pistleri dolu. Yediden yetmişe birçok insan etrafı çam dallarıyla süslenmiş pistlerde kayarken, kahkahaları havaya karışıyor. Aklıma henüz geçen yıl İspanya'da buz pistlerinin morg olarak kullanıldığı geliyor, içim burkuluyor. Aklımdan atmaya çalışıyorum bu düşünceyi.

Buz pistleri

New York masal gibi... 2020'nin Nisan ayında hayalet şehre dönmemiş gibi... Başına Covid faciası hiç gelmemiş gibi... Mutlu, enerjik, dinamik, ilham vermeye, güç ve gövde gösterisi yapmaya devam ediyor. Tek bir sorun var. Packer gözün gördüğünden memnun olmadığını söylerken, ben görmediğinden memnun değilim. Omicron bir bilgisayar oyunundaymışız gibi önüne geleni yutuyor, her gün bir öncekine göre ikiye katlanarak büyüyor.

Central Park

Omicron 6 kat hızlı bulaşıyor

New York'ta, girişte aşı kartını göstermezsen hiçbir kapalı mekana kabul edilmiyorsun. Ne otele, ne restorana, ne tiyatroya... Zaten en başta turist olarak ülkeye kabul edilmiyorsun. İçinde bulunduğun baş döndürücü kalabalığın çift aşılı olduğunu bilmek bir nebze iç rahatlatıyor. Omicron çıkalı on beş gün olmuş. Hakkında biraz daha fazla şey biliyoruz, artık. Normale göre 6 kat hızlı bulaştığı, üçüncü yani takviye aşısının olmanın varyanta karşı çok etkili olduğu, semptomların virüsü aldıktan üç gün gibi kısa sürede başlayabildiği ve daha az öldürücü olduğu konuşuluyor. Düşünmemeye ve iki yıl sonra memlekete gelmek haricinde yaptığımız ilk seyahatin tadını çıkartmaya çalışıyorum.

Barda umduğumu değil bulduğumu yiyorum

Cumartesi akşamı gittiğimiz restoran yine tıklım tıklım. Rezervasyonumuz olduğu halde bekletiyorlar. Yarım saat bekledikten sonra, aç olduğumuz için çıkıyor, saat de nispeten geç olduğu için hemen restoranın karşısındaki bara gidip, hem müzik dinleyip, hem de atıştırmaya karar veriyoruz. Menüde pek fazla bir şey yok. Arkadaşım hamburger sipariş ediyor. Ben tavuk şiş. En basit yemeklerin gelmesi 45 dakika sürdüğünde yanlış bir şey yaptığımızı anlıyorum. Yerken yemeğin tadında bir gariplik olduğunu da fark ediyorum ama çok geç. Gece onbirde umduğumu değil, bulduğumu yiyorum. Gerisini ne siz sorun, ne ben söyleyeyim. Gıda zehirlenmesinin nasıl bir şey olduğunu bilenler, ne denli korkunç bir gece geçirdiğimi anlarlar.

Süslü binalar

Bourdain'in Mutfak Sırları'nı birkaç sayfa daha okusaydım

Uçakta yanıma okumak için aldığım Anthony Bourdain'in "Mutfak Sırları" kitabının ilgili bölümüne gelmiş olsaydım, NY'da barda yemek siparişi vermemem gerektiğini bilirdim. O bölüme birkaç sayfa kala, inişe geçmişiz. Sayfanın ucunu kıvırıp, kitabı çantaya atmışım. Komiktir ki tatilimizin kaderini değiştiren ve çok büyük ihtimalle Covid olmama sebep olan an bu oluyor. Ah birkaç sayfa daha okusaydım asla orada yemezdim ve devamında gelişen olaylar yaşanmazdı.

İyileşmem lazım çünkü Bülbülü Öldürmek'i izleyeceğim

Sabah olduğunda vücudumdaki tüm su çekilmiş, yorgunluktan bitap düşmüş, karnıma giren kramplardan iki büklüm kalmış durumdaydım ve bulanık görüyordum. "Memlekette olsam bir serum verirlerdi, bir saate ayaklanırdım" diyorum içimden ama buralarda yok öyle lüksler. Yediğim hiçbir şeyin midemde duracağına inancım yok ama yemem ve biraz toparlanmam lazım. Çünkü o gün bir ay öncesinden biletlerini aldığımız, Jeff Daniels'ın başrolünü oynadığı "To Kill a Mockingbird (Bülbülü Öldürmek)" oyununun gösterimi var.

İdealizm değil hukuğun gereği

Harper Lee'nin 1960'ta yazdığı, 1930'ların Alabama'sında geçen, siyah bir adamın haksız yere tecavüzle suçlandığı ve doğruların yanında olmayı idealizm değil, kanunların gereği olarak gören avukat Atticus Finch'in onu savunduğu, bana göre Amerikan tarihininin en iyi hikayelerinden biri olan bu romanı gençliğimde okumuş, uzun yıllar en sevdiğin kitap nedir sorusuna "Bülbülü Öldürmek" cevabını vermiştim. Gregory Peck'in başrolünü oynadığı ve Robert Mulligan'ın yönettiği film versiyonunu yıllar içinde iki üç kez izlemiştim. Eserin büyük bir hayranı olarak bu oyunu kaçıramazdım. Zorla bir omlet yiyorum, yüzüm gözüm dağılmış halde Schubert Theater'ın yolunu tutuyoruz. Yerimiz nefis. Az sonra Oscar'dan Emmy'ye, Tony'den Bafta'ya onlarca ödülü olan ünlü oyun ve senaryo yazarı Aaron Sorkin'in sahneye uyarladığı "Bülbülü Öldürmek"i izleyeceğiz. Atticus Finch rolünde usta oyuncu Jeff Daniels'ı görecek olmanın heyecanı, bir damla su içsem dahi midemin bulandığı gerçeğini unutturuyor.

Modern zamanın Atticus Finch'i Jeff Daniels

Kitapta mahkemeye ancak kitabın ikinci yarısında gelinirken, Sorkin'in oyunu mahkemeyle başlattığı, siyah karakterlere daha çok söz hakkı verdiği -özellikle evin emektar yardımcısı Calpurnia'ya-, Scott, Jem ve Dill'i çocuk görünümündeki yetişkinlerin oynadığı, arada trajikomik esprilerin yapıldığı versiyona bayılıyorum. Gregory Peck'in Oscar aldığı filmden ve hatta kitaptan bile başarılı buluyorum. Jeff Daniels müthiş bir Atticus Finch portesi çiziyor. Tiyatro eleştirmeni değilim, ama bana kalırsa kalbini ve hikayenin geçtiği zamandan günümüze 90 yıl geçmesine rağmen hâlâ benzer dramları yaşadığımız gerçeğini koyuyor oyuna. İlk yarının sonlarına doğru kötüleşmeye başlıyorum ama dayanıyorum. Nihayet ikinci yarının başında tam önümde harikalar yaratan Jeff Daniels'ın üzerine doğru gelen öğürmemi zorla saklayarak, tuvalete doğru koşuyorum.

Alkışlar sana değil Omicron

Bağışıklık sistemim çökmüş durumda. Koşarken bayılacak gibi oluyorum ama durmuyorum. 1460 kişilik tiyatro salonu tıka basa dolu. Arada yüzlerce kişinin girip çıktığı tuvaletler henüz tam temizlenmemiş. Maske çıkıyor, kafam tuvaletin içine giriyor. Sağ tarafımdaki melek "Bir şey olmayacak" diyor, sol tarafımdaki Omicron "Hah! Şimdi yakaladım seni"....

Yüzümü gözümü yıkayıp, neredeyse merdivenleri sürünerek çıkarak salona varıyorum. Yerime geçmeme izin verilmese de bir köşeye çöküp oyunu sonuna kadar izliyorum. Oyun bittiğinde son kuvvetimi kullanarak ayağa kalkıp tüm oyuncuları çılgınca alkışlıyorum. En son Jeff Daniels sahneye çıktığında cılız bir sesle "Bravo" diye bağırırken, üç aşıma rağmen boğazımdan içeri girmeyi başarmış Omicron'un üstüne alınıp selam verdiğine eminim ama o an bunu bilmiyorum. Gözlerim kararıyor. Otele dönüp, güneşli New York'un üstüne perdeleri çekip ertesi günün sabahına kadar sürecek bir uykuya dalıyorum.



Not: Devamı iki üç güne...

Yazarın Diğer Yazıları

Tehlike ölçme radarı: Anksiyete

2024 yılı benim anksiyetemle barıştığım, onu küçük bir çocuk gibi şefkatle sarıp sarmaladığım bir yıl oldu. Boynuma taş bağlanmışcasına düştüğüm karanlık dipten, yunus gibi fırlayarak çıktım. Artık içindeyken, konuya dışarıdan bakabiliyorum. Eskiden içinde sıkışıp kalırdım. Umarım bu yazı içinde sıkışanlara umut olur

Kanada’ya göç kısıtlamaları

Bugüne kadar birçok kez Kanada’ya nasıl göç edileceğini yazdık. Bu hafta Covid sonrası hızla büyüyen nüfusu kontrol altına almak için Kanada göçmenlik programlarına getirilen kısıtlamaları yazıyoruz

Seksizm ve Ageismin kesişen kümesi: Kadın

Tekrar dünyaya gelsem yine kadın olarak gelmek isterdim. Ama geldiğim dünya farklı olsun isterdim.  25 Kasım, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele haftasında, yaş ve cinsiyet ayrımcılığından (cinsiyetçi ageism) yola çıkarak, hayatın her alanında kadınların yaşadığı psikolojik şiddeti yazdım

"
"