2017 yazında, çocuklarım Kanada’da sekizinci sınıfa başlamış ve İngilizce seviyelerinin belirlenmesi için bir seviye tespit sınavına tabi tutulmuşlardı. Bu sınav sonucuna göre ilk yıl ve gerekirse sonraki yıllarda alacakları ELL (English Language Learners) dersinin saati belli olacaktı. Sınav salonunun kapısında onları beklerken stres olduğumu hatırlıyorum. Çocukların İngilizce seviyeleri tahminimden gerideyse, ya okulun ilk aylarında hiçbir dersi anlamazlarsa, ya kendilerini ifade etmekte zorlanırlarsa, ya okuldaki acımasız çocuklar onlarla dalga geçerse diye... Sınavdan çıkmalarını beklerken, bu endişemi görevli bir öğretmenle paylaşmıştım. Verdiği cevabı hiç unutmuyorum. “Siz işin o kısmını bize bırakın, tek kelime İngilizce bilmeseler bile sorun değil. Mezun olduklarında aksanları dahi kalmayacak.”
Hiç İngilizce bilmeyen bir çocuğun, İngilizce dersleri nasıl anlayacağını anlamasam da, öğretmenin bu sözleri bana güven vermiş ve içimi rahatlatmıştı. Dediği gibi de oldu. Önümüzdeki Haziran ayında çocuklarım liseden mezun olacak ve şu anda aksanları dahi yok. Olsa da önemli değil, o da ayrı konu.
Gaziantep’ten Toronto’ya
Hiç İngilizce bilmeyen bir çocuğun dersleri nasıl anlayacağını ve nasıl başarılı olacağını da Emir Dağ sayesinde öğrenmiş oldum. Emir’in Gaziantep’te okuduğu lisede not ortalaması 100 imiş. Bunu gören annesi Emir’e farklı bir eğitim fırsatı tanımak istiyor, 2017 yazında onu Toronto’da bir özel okula kaydettiriyor ve abisiyle birlikte konaklamaları için bir ailenin yanına (homestay) yolluyor. Bir buçuk sene sonra da kendisi Kanada’ya göç ediyor.
Emir’in Toronto’daki ilk yılları oldukça zor ve maceralı geçiyor. Ancak bundan 4 sene önce tek kelime İngilizce bilmeden geldiği Kanada’daki eğitim hayatını, 2020-2021 okul yılında 100 ortalamayla tamamlayarak, mezun oluyor. Göçmen bir gencin bu başarısı Kanada’da televizyonlara, gazetelere haber oluyor.
Bu hafta gençlere okul hayatında ilham vermesi adına Emir’le konuştum. Hikâyesini anlatmasını istedim, başarıya nasıl ulaştığını sordum ve ondan küçük ipuçları aldım. Şu anda Guelph Üniversitesi'nde Biyomedikal Bilimler Bölümü’nde okuyan ve doktor olmak isteyen Emir’in üniversite hayatında ve hayatının geri kalanında başarılı olacağına hiç kuşkum yok. Çünkü Emir yaşadığı tüm zorluklara rağmen soruna değil çözüme odaklanan, öğrenme isteğini hiç kaybetmeyen bir genç. Sorunlar onun zihnini işgal edeceği sürede, çözülmüş oluyor. Bu bakış açısını ve hedefe ulaşma konusundaki kararlılığını çok sevdim. Söz Emir’de...
İlk geldiğimde dilsiz kalmış gibiydim
Kanada’nın Toronto şehrine 2017 yılında abimle birlikte “Homestay” programıyla geldim. Yanında kalacağımız aileyi danışman vasıtasıyla bulduk. Geldiğimde 14 yaşındaydım. İlk yıl ailemden, özellikle annemden ayrı kalmak çok zor geldi. Abimle yanlarında kaldığımız aile Filipinli çıktı. Evde kendi dillerinde konuşuyorlardı. Ben İngilizce hiç bilmiyordum ve onlarla iletişim kuramadığım için öğrenemiyordum da. Kanada kültüründen önce Filipin kültürüyle tanışmış oldum. Kendimi o eve ve o kültüre yakın hissedemedim. Benden bazı taleplerini anlamadım. Anlamadığım şeyi yapmadığım için bana kızıyorlardı.
Toronto’da bir özel okulda başladım. Yine danışmanın önerdiği bu okulu fiyatı uygun ve başarılı gözüküyor diye seçmiştik. Fakat oraya gidince durumun Türkiye’de görünenden farklı olduğunu anladım. Öğrencilerin çoğunluğunun Asyalı olduğu bir okul seçmiştik bilmeden. Hatta öğretmenler bile Asyalıydı, İngilizceyi aksanlı konuşuyorlardı. Dersler İngilizceydi ama tüm öğrenciler aralarında Çince konuşuyordu.
Sanki dilsiz kalmıştım. Tüm iletişim becerilerimi kaybetmiştim. Sosyal olarak çok zorlandım. Arkadaş edinemedim. Antrenörün komutlarını anlayamayacağım diye çok sevdiğim futbolu bile ilk yıl oynayamadım.
Türkiye’den arkadaşlarıma online oyun oynayarak sosyalleştim
Kendimi çok yalnız hissettiğim için, ilk yıl online oyun oynayarak Türkiye’deki arkadaşlarımla sosyalleşmeye çalıştım. Okulda da az da olsa Türkçe bilen bir Ukraynalı arkadaşım oldu.
Okulda haftalık 6 saat ESL ( English Second Language) dersi alıyorduk ama bu süre bir dili öğrenmek için çok yetersiz. Öğretmenlerimi anlamıyordum. Kendilerinden tane tane konuşmalarını rica ediyordum.
Okuldaki matematik dersi bana çok kolay geldi. Dil bilgisi gerektirmediği için en zorlanmadığım ders o oldu. Diğer derslere de çok çalıştığım halde, dilim yetersiz kaldığı için ancak geçecek krediyi/notu alabiliyordum. Kanada’da üniversite girişi için sadece son iki yılın not ortalamasına bakıldığı için o ilk yıllar, tek önemli olan şey dersleri geçebilmemdi. Ders çalışırken de yeni kelimeler öğreniyordum. İngilizceme katkısı oluyordu ama çok yavaş ilerliyordu süreç.
Kendim çaba harcamam gerektiğini anladım. “Real Life English” diye bir Youtube kanalı var. Hiç İngilizce bilmeyen insanların 2-3 yılda nasıl İngilizce konuştuklarına dair birçok video izledim. “Onlar yaptıysa ben de yapabilirim.” dedim.
Abim ve ben “Homestay”de çok zorlandığımız için, bir buçuk yıl sonra annem kardeşlerimizi alıp Kanada’ya göç etti. Annemin gelmesi, hayatını bizler için değiştirmesi, maddi manevi fedakârlıklar yapması beni öğrenme konusunda daha da motive etti.
Annem geldiğinde beni Kanadalıların gittiği bir devlet okuluna kaydettirdi. İşler yoluna giriyor, yavaş yavaş insanların ne dediklerini anlıyor ve kendim de derdimi biraz olsun anlatabiliyordum. Bu yeni okulda İngilizcemin çok daha hızlı gelişeceğine inanıyordum.
Alay konusu olunca, İngilizcede bir süre kekeme oldum
Fakat bu sefer de yetersiz İngilizcem ve aksanım nedeniyle arkadaşlarımın alay konusu oldum. Sırf benimle dalga geçmek ve konuşmama gülmek için dersime giren çocuklar oluyordu. Öğretmen bana bir şey sorduğunda, yaşadığım sosyal baskı nedeniyle, cevap verirken kekelemeye, kalbim hızlı çarpmaya başladı. Türkçede kekeme değildim, İngilizcede bir süre kekeme oldum.
Fakat hiçbir gün öğrenme motivasyonumu kaybetmedim. Çünkü bir gün hepsini geçeceğimi biliyordum.
Öğretmenlerim harika insanlardı. Kanada’da öğretmenlerin öğrencilerin hayatını nasıl değiştirebileceklerini gördüm. Ne kadar zorlandığımı görüyorlardı. Beni anlamadığım şeyleri tekrar sormam için teşvik ettiler, potansiyelimi gördüler, “Sen istersen bu sınavdan 100 alırsın.” diye motive ettiler.
Konfor alanımdan çıkmam gerekiyordu
O noktada, Türkiye’de oyun oynayarak sosyalleştiğim arkadaşlarımdan bir süreliğine kopmam gerektiğini anladım. Konfor alanıma yaslanmak kolaydı ama bulunduğum ülkeye alışmak için hayat tarzımı değiştirmem, daha da çok çaba harcamam gerekiyordu. Bir de bu oyunlar bağımlılık yapıyor. Ona ayıracağım vakti İngilizce öğrenmeye ayırmam gerekiyordu.
İngilizce öğrenme sürecini hızlandırmak için bol kitap okumaya, günlük kelime ezberlemeye, aksanımı iyileştirmek için sıklıkla podcast dinlemeye, dizi ve Youtube videoları izlemeye başladım. Yeni öğrendiğim kelimeleri pratik etmek için sosyal ortamlara katılıyordum. İnsanlar beni anladıkça motivasyonum yükselmeye ve iletişim kurarken kendimi daha rahat hissetmeye başladım.
Nihayet 11’inci sınıftan mezun olduğumda İngilizceye hâkimdim. 12’inci sınıfta yeni bir başlangıç yapmak, sosyal baskı yaşamadan, derslerime odaklanmak için tekrar okul değiştirdim.
Kovid-19 liderlik özelliğimi ortaya çıkardı
Bu sefer Kovid-19 çıktı. İlk başta psikolojim biraz bozuldu. Sürekli ekrana bakarak öğrenmeye çalışmak bana zor geliyordu. Kameramı açmak istemiyordum. Öğretmenlerimizin online sınıfı gerçek sınıfa çevirmek için büyük çaba harcadıklarını görünce, ben de onlara yardım etmeye karar verdim. Diğer arkadaşlarımın da kameralarını açması için destek oldum. Bu bana da pozitif yansıdı. Liderlik özelliğimi öne çıkardı. Yardım edebilmek beni sınıfa, derslerime bağladı ve on ikinci sınıfı 100 ortalama ile tamamladım.
On ikinci sınıfta 100 ortalama ile mezun olmanın sırrını soracak olursanız, “Ondan önceki üç yıl boyunca çok zorlanmak” derim. Bu hayatta en güzel tavsiyeyi verecek insan, zorluktan geçmiş ve pes etmemiş bir insandır bana kalırsa. Ben öğrenme motivasyonumu hiç kaybetmedim. Sadece çok çalışmadım, akıllıca ve severek de çalıştım. Zamanımı iyi değerlendirdim. Mental sağlığımı korumak için, Covid nedeniyle çok severek oynadığım futbola bir süre ara vermiş olsam da, her gün uzun yürüyüşlere çıktım.
Kanada eğitim sistemi gerçek hayata da hazırlıyor
Kanada'nın eğitim sistemi öğrencileri sadece akademik olarak geliştirmeye odaklanmıyor, aynı zamanda gerçek hayata hazırlıyor. Sunum ve iletişim becerilerinizi geliştiriyor.
Kanada’da herhangi bir üniversiteye girmek için zorunlu kredileri almak, okulların belirlediği not ortalamasını tutturmak ve bir organizasyonda 40 saat gönüllü çalışmak gerekiyor. Ben 40 saat evsiz insanlara yemek ve giysi yardımı yapan bir organizasyonda gönüllü olarak çalıştım.
Bir sanat ya da spor dalıyla ilgilenmek üniversiteye girişte zorunlu değil ama tavsiye ediliyor. Çünkü bu alanlarda başarılı olan öğrencilerin daha yaratıcı ve daha takım çalışmasına hâkim oldukları düşünülüyor. Bu becerilerle burslara da başvurmak mümkün. Ben de küçüklüğümden beri futbol oynuyorum. Türkiye’de Galatasaray Kulübü’nde, Kanada’da okul takımında ve Oakville Futbol Kulübü’nde oynadım. Benim zaten not ortalamam yüksekti ama olmasaydı futbolculuğum da üniversite başvurularımda işe yarardı.
Amacım doktor olup yardıma ihtiyacı olan insanlara yardım etmek
On ikinci sınıftan 100 ortalama ile mezun olup da, gazeteler ve TV’ler beni haber yapınca, eski okulumdan benimle dalga geçen çocukların bazıları arayıp tebrik etti, bazıları da çok kıskandı. Ama hepsinin çok ama çok şaşırdığı kulağıma geldi.
Şu anda Guelph Üniversitesi'nde Biyomedikal Bilimler Bölümü’nde okuyorum. Amacım dört yıllık eğitimimin devamında, dört yıl daha tıp okuyup doktor olmak. Doktor olduktan sonra kendi hastanemi açmak ve Doctors Without Borders/ Médecins Sans Frontières (MSF) gibi organizasyonlarda gönüllü çalışmak, yardıma ihtiyacı olan insanlara yardım etmek.