26 Ağustos 2020

"Kadın-erkek eşit değildir; eşcinsel hiç eşit değildir"

İstanbul Sözleşmesi'nin toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili maddesinin değiştirilmesi gündemdeyken, "Göç" üzerine çalışmasını yapan UBC doktora öğrencisi Lara Şarlak ile Türkiye'deki erkek şiddetini konuştuk

Sadece kadın olduğu veya Türkiye'de kız çocuğu büyütmek istemediği için memleketi terk eden insanlar olduğunu biliyor muydunuz?

Sadece bu sebeple…

Kiminin peşine bir sapık dadandığı, kimi küçükken tacize, tecavüze uğradığı, kimi her yıl kocası, sevgilisi, eski sevgilisi, abisi veya hiç tanımadığı biri tarafından katledilen yüzlerce kadından* biri olmamak için uzak diyarlara göçüyor.

Uzun zamandır size böyle bir göç hikayesi anlatmak istiyordum. Ancak kolay bir sohbet değil bu. Başlıyor ve genellikle yarım kalıyor.

Olanları bana anlatmak demek her şeyi baştan yaşamak, geride bıraktıkları korkularla tekrar yüzleşmek anlamına geliyor.

Geçenlerde UBC (University of British Columbia) Antropoloji Bölümü Doktora öğrencisi Lara Şarlak ile sohbet ederken konu İstanbul Sözleşmesi**'ne geliyor.

"Trans kadınların can güvenliği yok"

Lara Türkiye'deyken Suriye, İran, Irak, Fas gibi ülkelerden Türkiye'ye kaçan LGBTQ mülteci bireylere gönüllü olarak Türkçe öğretiyormuş.

Şöyle diyor; "Trans kadınların, cinsel kimlikleri ortaya çıktıktan sonra Türkiye'de nasıl şiddet gördüklerine tanık oldum. Bırakın işe gitmeyi, çalışmayı, sokakta yürürken bile can güvenlikleri yok. Sözleşmenin toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili kısmının değiştirilmesi, bu şiddeti meşru kılacaktır. Kendi ülkelerinden daha medeni bir yaşam tarzı için kaçan insanlar, Türkiye'den de kaçarak Hollanda, Almanya, Kanada gibi LGBTQ dostu ülkelere göç etmeye çalışıyorlar." 

Sohbetimiz sırasında Lara'nın doktora projesinin "Göç" üzerine olduğunu öğreniyorum. Türkiyeli bir Rum olan Lara'nın göç konusunu seçmesinin nedeni, "yerinden edilme" konusuna olan merakı ve bunun insan üzerindeki etkisini araştırmak istemesi.

Bunun üzerine Kanada'ya gelme nedenini soruyorum. Onun neden yer değiştirdiğini...

"Travmatik erkek şiddeti göçme nedenlerimden biri"

"Türkiye'de akademik baskının şiddeti artmışken doktoramı göç politikası ılımlı bir ülke olan Kanada'da yapmak istedim. Eğitim gören kişi partneriyle gelebiliyor ve ona çalışma izni veriliyor. Ben de erkek arkadaşımla geldim. Onun uzmanlık alanı finans. Kısa sürede iş buldu. Dolar kazanmaya başladık ve ben eğitimimi tamamlarken hayat standartımız yükseldi. Ayrıca travmatik erkek şiddeti de göçme nedenlerimden biri" diyor.

Ah işte biri daha! "Ne oldu?" diye soruyorum. 

"Münevver'in yaşındaydım, ilişkilerin nasıl olması gerektiğini bilmiyordum"

"Öncelikle Türkiye'de doğup büyüyen birçok kadın gibi toplumdan şiddet gördüm. Metrobüste popo avuçlanmasından tutun da, şortla dolaşırken laf atılmaya kadar birçok şey yaşadım. Sokaklarda tedirgin yürüdüm.

16 yaşıma geldiğimde bir sevgilim oldu. İlk ciddi ilişkimdi, benden 2 yaş büyüktü. Hayata dair ve ilişkilerin nasıl olması gerektiğine dair bir şey bilmiyordum.

Ben Koç Lisesi'nde öğrenciydim. O da bir Fransız Lisesi'ne gidiyordu. Bu konuların eğitimle de bir alakası yok, yani.

Münevver Karabulut'un öldürüldüğü yaştayken 2 sene boyunca hem fiziksel, hem de sözlü/duygusal şiddet gördüm.

Annesi duyuyordu bana bağırdığını, hırpaladığını ama hiçbir şey yapmıyordu.

Utandığım için değil aileme söylemek, arkadaşlarımdan bile konuyu gizledim.

Neyse ki 2 yılın sonunda kendimde çok kötü bir tecrübeden çıkacak gücü buldum."

"Hayatta olduğum için şanslıyım"

Lara'ya şimdi nasıl hissettiğini soruyorum.

"Yaşadıklarımın üzerinden 10 yıl geçse de, Türkiye'de yaşanan kadın cinayetleri travmamı tetikliyor. Kendimi hayatta olduğum için çok şanslı hissediyorum. Ayrıca şu anda bana kendimi özel hissettiren, beni asla incitmeyecek, beni dinleyen ve benden öğrenen bir partnerim olduğu için de çok şanslıyım.

Bir dönem Londra'da da yaşadım ama kendimi ilk kez Vancouver'da güvende hissediyorum. Geceleri sokakta tedirgin olmadan yalnız yürüyebiliyorum."

"Kadın cinayetleri politiktir"

Lara sohbetimizin devamında da şunları söylüyor: "Yaşadığımız şiddetin mesuliyeti biz şiddet mağdurlarına yıkılamaz. Erkeklere, o erkekleri yetiştirenlere, onlarla arkadaş olanlara yıksınlar. Ve tabii politikacılara yıksınlar. Çünkü kadın cinayetleri politiktir."

Geçtiğimiz hafta biz bunları konuşurken, AKP milletvekilleri İstanbul Sözleşmesi'ndeki iki maddenin yeniden yazılmasına karar veriyor. Bu kapsamda, "Temel haklar, eşitlik ve ayrımcılık yapılmaması" konusunu içeren 4'ncü maddede yer alan "cinsel yönelim" ve "toplumsal cinsiyet kimliği" ifadeleri çıkarılarak, madde yeniden yazılacak. Sözleşmenin 6. maddesinde yer alan "Toplumsal cinsiyet konusunda hassasiyet gerektiren politikaların" kapsamı ise yeniden belirlenecek. 

"İnsan çiftliğinin mükemmel bir özetidir bu" 

Benim bu değişikliklerden anladığım şu:

"Kadın erkek eşit değildir. Eşcinsel hiç eşit değildir."

George Orwell boşuna yazmamıştı Hayvan Çiftliği'nde...

"Bütün hayvanlar eşittir. Bazı hayvanlar biraz daha eşittir" diye.

İnsan Çiftliği'nin mükemmel bir özetidir bu...

Kitapta hayvanların amacı özgür ve herkesin yönetime eşit olarak katıldığı sosyalist bir düzen yaratmakken, zaman içinde bazı kesimlerin çıkarları doğrultusunda işler değişmiş ve o bazı kesimler daha eşit olmuştur.

Mesela, hayvanların manifestosunda yer alan 7 emirden biri olan "Hiçbir hayvan başka bir hayvanı öldürmeyecek" değiştirilerek içine "geçerli bir neden olmadan" eklenmiş ve hayvanın hayvana yaptığı şiddet meşru kılınmıştır.

Ancak Orwell'in Hayvan Çiftliği'nde esas söylemek istediği şudur: "Totaliter yani bireylerin özgürlüklerinin devlet tarafından kısıtlandığı rejimlerde, toplumsal eşitlik sağlanamayacağı için bu rejimler başarısız olmaya mahkumdur."

Türkiye'de de, bireylerin aile-iş-sosyal hayat gibi yaşamın tüm alanlarında temel hak ve özgürlükler anlamında eşit olabileceği bir demokratik rejime ihtiyaç var.

Oysa, 2020'de biz hala 1943'de yazılan romandan alıntı yapıyoruz.

Kadınlar ve eşcinseller halen tehdit ediliyor, erkekler ise şiddete teşvik ediliyor.

Yazıyla iki bin yirmi, rakamla 2020!

Karikatürist Ahmet Yılmaz'ın, bir dönem Leman'da yer alan meşhur tiplemesi Kıllanan Adam'ın diyeceği gibi;

"Elveda Ay, Elveda Feza!"


* Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'na göre 2019 yılında Türkiye'de, 474 kadın öldürüldü. Bu, son 10 yıldaki en yüksek rakam.

**Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi"dir ve adının İstanbul olarak anılmasının nedeni Avrupa Konseyi tarafından 11 Mayıs 2011'de İstanbul'da imzaya açılmış olmasıdır. Sözleşme 1 çekimser oyla TBMM'den geçmiş ve kabul edilmiştir.

Yazarın Diğer Yazıları

Dış politikalar uzmanı Ziya Meral: Yeni bir Cumhuriyet mutabakatına ihtiyacımız var

Geçtiğimiz haftaki yazımda AKP seçmeninin tercihini değişimden yana kullanması için "Daha ne olması gerekirdi?" diye bir soru sordum. Bu hafta sizden gelen cevapları derledim ve Kraliyet Birleşik Kuvvetler Enstitüsü (RUSI) ve Avrupalı Liderler Netwörkü kıdemli uzmanı akademisyen-yazar Ziya Meral ile konuştum

Daha ne olması gerekirdi?

14 Mayıs Seçimleri'nin ardından aklımda tek bir soru var. Erdoğan seçmenlerinin değişim istemesi için daha ne olması gerekirdi?

Prof. Dr. Selçuk Şirin: İyi ebeveynlik, çocuğunun geleceğiyle ilgili kararları sandıkta vermekle başlar

Çocuklarım ilk oylarını kullanırken aklıma yazar-akademisyen Prof. Dr. Selçuk Şirin hocamızın bir röportajımızda söylediği "İyi ebeveynlik bilinçli seçmen olmakla, çocuğunun geleceğiyle ilgili kararları sandıkta vermekle başlar. Siyasete karışmıyorsan, siyaset senin çocuğunun geleceğine karışır." lafı geliyor. Tarihi seçime günler kala kendisiyle temasa geçiyor, görüşlerini soruyorum