29 Mart 2009

Yine milliyetçilik üstüne...

Türkiye’de milliyetçilik uzun süre ırkçı-faşist grupların, hareketlerin tekelinde kaldı... Yani öyle sanıldı.

İzin yaptığım günler (Pazar) bu köşede arşivden seçilmiş “eski” Tırmıklar yayınlanıyor. Eski ama bayat olmayan Tırmıklar... Geçen hafta “milliyetçilik” kavramı üstünde duran bir Tırmık yayınlandı. Bu hafta aynı konuya devam ediyoruz.

Buyrun.

*    *    *

Türkiye’de milliyetçilik uzun süre ırkçı-faşist grupların, hareketlerin tekelinde kaldı.

Yani öyle sanıldı.

Kendini ilerici hatta solcu olarak tanımlayan pek çok kişi, grup, hareket, parti için “milliyetçilik” baştan reddedilen, aşağılayıcı anlam yüklü bir kavramdı.

Bir örnek:

Tırmık’ın Cumhuriyet’te yayınlandığı günlerde, yine bunun gibi milliyetçiliği didikleyen, Kemalist hareketin hızla milliyetçiliğe kaydığını savunan bir yazıya bir okur yanıtı geldi.

“Biz Atatürkçülere yönelttiğiniz milliyetçilik suçlamasını aynen size iade ederim” diye başlıyordu ve “ulusal- milli”, “ulusalcılık – milliyetçilik” kavramları üstünde tuhaf bir söz cambazlığı ile sürüp gidiyordu. İyi niyetinden hiç, ama hiç kuşku duymadığım okur, kantarın topuzunu iyice kaçırıyor ve “Milliyetçilik gericiliktir; ulusalcılık ilericiliktir; milliyetçilik karanlıktır, ulusalcılık aydınlıktır; milliyetçilik çağdışıdır, ulusalcılık çağdaşlık” diyecek kadar “saçmalık” sınırında dolanıyordu.

“Milli”nin arı Türkçe’de karşılığının “ulusal”, “milliyetçilik”in de “ulusalcılık” olduğunu yazmaya üşendim. O okura cevap vermedim.

*    *    *

Türkler, uluslaşma trenine son anlarda binen halklardandır. Farklı etnik ve dinsel grupların bir mozayığı olan Osmanlı İmparatorluğunun yıkıntıları arasından bir ulus (=millet) yaratmak üzere yola çıkan ve Ulusal (=milli) Kurtuluş Savaşı’nı zafere ulaştırarak bunu başaran Mustafa Kemal, elbette “altı ok”un içine milliyetçiliği de koyacaktı. Elbette “Ne mutlu Türküm diyene” yada “Bir Türk dünyaya bedeldir” diyecek ve dedirtecekti. Elbette 10. Yıl Söylevi’nde “Türk milleti zekidir, Türk milleti çalışkandır” diyecekti.

Kendini yüzyıllarca “Padişah kullarından, Muhammed ümmetinden” diye tanımlamış bir halkı “uluslaştırmak”, onu bir ulusal (=milli) bilinçle donatmak ve onu bir ulus-devletin (Türkiye Cumhuriyeti’nin) çatısı altında kenetlemek gibi devrim nitelikli bir uğraşta bu tutum “olmazsa olmaz” bir önem taşır.

Kurtuluş Savaşı ve onu izleyen Cumhuriyet ilanı elbette bir devrimdi ve Mustafa Kemal elbette saygı duyulması, övülmesi gereken bir devrimciydi.

Onu 21. yüzyılın ölçütleriyle değerlendirip, örneğin Kurtuluş Savaşı’nda Kürtlerle omuzdaşlaşıp, daha sonra bir “Türk devleti” kurmasını kınamak, “burjuva Kemal” gibi aşağılayıcı nitelemeleri adeta şehvetle yineleyip durmak tarihi yanlış okumak, toplumların gelişim tarihinden habersiz olmaktan öte ne anlama gelir ki ?

Geçen ahftaki Tırmık’ta sanırım yeterince vurgulandı. Milliyetçilik 17.,18., 19. yüzyıllarda ilerici ve devrimci bir ideolojiydi. 1789’da Fransa’da feodal egemenliğe son darbeyi indirip, kapitalizmi, siyasal egemenlikle taçlandıran burjuvazi devrimciydi. O yüzden tarih “1789 Büyük Fransız Devrimi” diye yazar; Fransız Devriminin bütün Avrupa’ya sıçrayıp, feodal kuleleri ardarda devirdiği 1848’den o yüzden “halkların baharı” diye söz eder ve okul kitaplarına “1848 devrimi” diye yazar.

Uluslaşma sürecinde epey geç kalmış, deyim uygunsa trene son anda binebilen halklar arasında yer almış Türklerin, anti-emperyalist bir derinlik de kazanmış Ulusal Kurtuluş Savaşı ve onu izleyen Türkiye Cumhuriyeti adlı “ulus-devlet”in kuruluşu o yüzden bir devrimdir. Ve devrimci olduğu için milliyetçilik onun temel bileşenlerinden biri olmuştur.

Çünkü milliyetçilik ilerici-devrimci bir ideoloji idi.

İdi...

*    *    *

Yukarıdaki tek sözcükten oluşan son paragraf,  geçen haftaki Tırmık’ta da vardı ve birkaç kez yinelenmişti.

Çünkü  pehlivan tefrikasına dönmesini göze alarak başlattığımız “milliyetçilik” tartışmasında bu “idi” vurgusu önem taşıyor. Bence tartışmanın kilidi orada yatıyor.

Günümüzde milliyetçilik (=ulusalcılık) için hâlâ devrimci, ilerici bir ideoloji denebilir mi ?

Soruyu duraksamadan yanıtlayamayanlar, düne kadar solda yer alıp da bugün MHP’li tosunların bile “Yok yav, o kadar mı” diye şaşacakları kadar savrulan kimi Kemalistlere, 1968’de kendini devrimci olarak tanımlayan kimi ünlülere, hatta kimi (dünkü) Marksistlere baksınlar. Onların neyi (örneğin Kıbrıs düğümünün çözümünde önerdiklerini), hangi tanıtlarla (=argümanlarla) savunduklarını anımsasınlar.

*    *    *

Gelelim milliyetçiliğin daha ince, daha üstü örtük, daha utangaç biçimlerine...

Ama yer bitti...

O da haftaya kalsın...

 

(Mayıs 2004 – Birgün)

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"