05 Mayıs 2010

Yeterince Tartışıldı...

Anayasa değişikliği öngören maddelerin hangileri geçecek, hangileri geçemeyecek elbette önemli ve o yüzden de ilgi odağımızda...

Anayasa değişikliği öngören maddelerin hangileri geçecek, hangileri geçemeyecek elbette önemli ve o yüzden de ilgi odağımızda.
Ama bu maddeler ne getiriyor, ne götürüyor; değişiklikler kabul edilirse iyi mi olacak, kötü mü; sadece AKP’nin çıkarına ve iktidarını pekiştirmesine mi yarayacak, yoksa demokratikleşme yönünde “küçük ama önemli” bir adım mı tartışmalarından ben sıkıldım...
Haftalardır ekranlar, köşeler, kağıt gazeteler, e-gazeteler, internet siteleri, arkadaş sohbetleri, meyhane, kahvehane muhabbetleri bu tartışmalar ile doldu taştı ve sizi bilmem ama benim sabrım taştı.
Ivır zıvır sade suya tirit yorumlar, değerlendirmeler açıklamalar bir yana, ülkenin en iyi beyinleri, hukuk bilgeleri, siyasetin tepelerinde yer alanlar, kamuoyu yaratmakta etkili konuşmacılar, kalemler söylediler, anlattılar, tartıştılar, yazdılar, çizdiler. Kimi yararını övdü, kimi zararına dikkat çekti; kimi kısmen destekledi, kimi tümüyle karşı çıktı.
1999 depreminden sonra nasıl her birimiz deprem konusunda iyi kötü (aslında iyi) bilgi sahibi olduksa şimdi de bu değişikliklerin her yönünü irdeleyecek bilgi birikimine sahip olduk. Bundan sonrası kendimizin ideolojik (=Dünya görüşü) konumuna, tercihine kaldı.
Bence tartışılacak açık nokta, aydınlatılması gereken ayrıntı kalmadı. Mesela bu yazı yazılırken (Salı gecesi) ekranlar yine bu konuyu tartışmakta. Bütün kanallarda şu ya da bu ölçüde yetkin kişiler konuşuyor, konuşuyor, konuşuyor...
Bense televizyonun uzaktan komuta aygıtının en sevdiğim düğmesine (benimkinde sağ üst köşede kırmızı düğme) bastım; Meghnad Desai’nin Nail Satlıgan’ın titiz ve temiz çevirisi ile önümüze koyduğu Marksist İktisat Teorisi kitabını masaya yerleştirdim; okumakta olduğunuz Tırmık’ın bitmesini ve T24’e postalanmasını bekliyorum. Sonra kanepeye yayılıp, Marksist değer teorisinin 2010 kapitalizminde de geçerli olup olmadığını, neden geçerli olduğunu ve kapitalist sömürünün, değer yaratan emekçi sınıfların günümüzde aldığı “küçük ama büyük” değişiklikleri öğrenmenin tadını çıkaracağım... (Bu kadarını yazmışken yarım kalmasın. Konu sizi ilgilendiriyorsa ve okuma tembeli değilseniz bu kitabı edinin. Eflatun Yayınları'ndan çıktı).
*    *    *
Tartışmalar - en azından benim için - artık gerekli değil dedim. Ama sonucun önemli olduğunu da bu yazının ilk paragrafında not ettim.
Evet, önemli.
AKP’nin kravatlı mollalarından benim isteklerime, idelojik tercihlerime cevap verecek, ülkenin kangren olmuş sorunlarına merhem olacak bir Anayasa elbette beklemiyorum. Değiştirilmek istenen 30 maddeden birçoğu benim için “olsa da olur, olmasa da” mertebesinde önem taşıyor.
Örneğin “Memurlara toplu sözleşme hakkı veriyoruz” palavrasını içeren değişiklik midemi bulandırıyor. Grev hakkı tanınmadan toplu sözleşme hakkı tanımak “Yumurtasız omlet yaptım buyrun afiyetle yiyin, bana da teşekkür edin” pişkinliğinden, demagojisinden öte bir anlam taşımıyor.
Ama üç maddeyi önemsiyorum. Hem de çok.
Üstelik bu üç maddenin önemli olduğu konusunda - inanmayacaksınız ama - Deniz Baykal’la yüzde yüz görüş birliği içindeyim.
Bunlardan biri dün düştü: Siyasi parti kapatmayı en azından bugünkü koşullara göre zorlaştıran Anayasa değişikliği. 367 sabıkası ile damgalı Anayasa Mahkemesi’nin parti kapatma yetkisini, Meclis’te grubu bulunan partilerin beşer temsilcisinden oluşacak bir komisyona ve bu komisyonun üçte ikilik oy çoğunluğuyla alacağı karara bağlayan değişiklik iyi olurdu. Hemen hiç bir konuda anlaşamayan partilerin üçte iki oydaşlık sağlamaları zordu; dolayısıyla parti kapatmak da görece zorlaşıyordu. Olmadı. Yazık. Siyasi partiler mezarlığında yer kaldıysa yeni tabutlar getirilmesinin önü demek bir süre daha açık kalacak.
Kaldı iki madde: Anayasa Mahkemesi'nin yapısının değiştirilmesi, üye sayısının artırılması maddesi ile Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu'nun yapısında köklü değişiklik yapılması...
Haftalardır izlediğim tartışmalardan, sorup öğrendiklerimden, danışıp kavradıklarımdan, okuduklarımdan yola çıkarak bu değişikliklerin yararlı olacağı kanısındayım. Yarardan kastım da 12 Eylül Anayasası denen utancın dayattığı koşullardan daha iyi (belki sadece biraz daha iyi) koşullar getireceklerinden ibaret...
Şu şaşı kör topal demokrasimizde “az”ı küçümsememeyi, daha “çok”u elde etmek için yürüteceğimiz çabalarda o “az”ın bize yarar sağlayacağını düşündüğümden...
*    *    *
Haydi siz bu yazıyı okuyadurun, isterseniz tartışmaya da devam edin. Ama bana müsaade. Benim Baba Marks’la keyifli bir randevum var...

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"