Nasıl bir fırsat kaçırdığımı, meşhur olmayı nasıl kıl payı ıskaladığımı Wikileaks dalgası başladığında farkettim...
Nasıl olsa Wikileaks’tan yeni inciler henüz ekranlarımıza düşmedi. Bunu fırsat bulup bir hafta sonu sohbeti yapayım ve şu “meşhur olma treni”ni nasıl kaçırdığımı anlatayım:
“Casus” diplomatların (yani hepsinin) bilgi sızdırmak için başvurdukları arasında gazeteci tayfası da vardır. Kimi kültür ateşesi, kimi basın ataşesi, kimi konsolos yardımcısı, kimi büyükelçilik danışmanı kılıfı altında gazetecilerle ahbaplık kurarlar; yemeğe, kahve içmeye filan davet ederler ya da kahve içmeye gelirler; noel arifesinde ajanda, tükenmez kalem filan gibi armağanlar getirirler... (Tabii bunlar benim gibi “amele gazeteciler” içindir. “star gazeteciler”le nasıl yaparlar bilmiyorum).
Sonra da sohbet arasına sıkıştırılmış sorularla bilgi toplamaya çabalarlar. Biraz deneyimliyseniz sohbetin gidişinden adamın ya da kadının niyetini anlarsınız. “Çek git ulan burdan. Casusluk oynamak için beni mi buldun” diyemeyeceğinizden ya dalga geçersiniz ya sudan cevaplarla geçiştirmeye çalışırsınız.
* * *
1970’lerde önce Yeni Ortam, sonra Politika gazetelerini yönettiğim yıllarda benim payıma da böylesi diplomatlardan çok düştü.
Biri Sovyetler Birliği’nin Kültür (yoksa basın mıydı?) ataşesiydi. Garibim ille bir şeyler öğrenmeye çabalardı. Mesela: Makina Kimya Endüstrisi Kurumu’nun yıl sonu bilançosunu bulabilir miyiz? Mesela: Bilmemne bakanı ile tanışmasına yardımcı olabilir miyim? Mesela: Kırıkkale Silah Fabrikasının gelecek yılki üretim planı bulunabilir mi?..
Ben geçiştiriyorum, o yeni sorular buluyor... Sonunda “Bak senin için bir kıyak yapayım. İstersen Cağaoğlu’ndaki askeri inzibat kulübesinin planlarını sana vereyim” dedim. Türkçesi mi kıttı, zekası mı hâlâ bilemiyorum ama gözleri parladı.
İnzibat kulübesi dediğim bir buçuk metreye birbuçuk metrelik demir-cam karışımı, izinsiz şehre çıkmış askerleri izlemekle görevli inzibatların yağmur yağdığında sığındığı bir kulübe işte...
Çizgide pek beceriksizim ama yine de bir kare prizma çizmeyi beceririm. Uyduruk bir kağıda onun gözü önünde çizip verdim..
Yüzüme baktı. Galiba anladı ve bir daha da benimle casusçuluk oynamadı...
* * *
Bitmedi...
2000 yılında, ben Cumhuriyet’teyken Amerikalı bir kadın diplomat o zamanlar Milliyet’te çalışan bir arkadaşımla beni bir “cafe”de buluşup sohbet etmek üzere davet etti. (Bugün bütün gün arkadaşıma telefonla ulaşmak istedim. Olmadı. O yüzden adını yazmıyorum).
Randevu saatinden önce biz ikimiz buluştuk. “Ulan bu kadın bizi niye arar? Olsa olsa casusçuluk oynayacaktır. Şunu bir iyi işletelim” diye kavilleştik ve bunu iyi becerdik. Hâlâ hatırlayıp güleriz...
Buluştuk. O sırada hükümet DSP – ANAP – MHP koalisyonunda.
Kadın sohbet arasında çaktırmadan soruyor:
- Hükümetin durumunu nasıl görüyorsunuz?
Biz duraksamadan yanıtlıyoruz:
- Valla gitti gider bu hükümet. Bu haftayı çıkaramaz.
Kadıncağız maden bulmuş gibi parlayan gözleriyle sorularına sorular eklemeye başladı:
- Niye? Ne oldu ki?
Bir ben, bir arkadaş, birbirimizin ağzından kapıyoruz sözü; birimizin uydurduğunu öteki katmerlendirerek casusçuluk oyununu sürdürüyoruz:
- DSP, Rusya ile silah alım anlaşması imzalamak istiyor ama MHP onlarla olmaz diyor. Koalisyon çatladı çatlayacak...
- Ayrıca ANAP takımı anlaşmaya evet diyecek ama silah ticaretinden alacakları komisyonun yüzdesinde anlaşamıyorlar...
- Hem alınacak silahlar tank, top değil, uzun menzilli füze...
- Çin de çevreye girmek istiyor ama onun teklifinin ayrıntılarını henüz bilmiyoruz...
Benim arkadaş (Valla ben değil o) palavranın tadını iyice kaçırdı:
- Bu anlaşmayı koalisyona Bülent Ecevit getirmiş. Anladığımız kadarıyla Rusya’nın elinde Ecevit’in 1960’larda gizli TKP’ye üye olduğunu kanıtlayan bir belge var. Ona dayanarak bastırıyorlarmış...
Zavallı kadın soluğunu tutmuş, biz bülbül kesildiğimiz için soru filan sormaya gerek kalmadan ha bire not alıyor.
Sonunda lüks cafenin en pahalı pastalarından ısmarladığımız iri dilimleri gövdeye indirdik, kalan kahvelerimizi höpürdettik ve “Bizden bugünlük bu kadar” dedik.
Kadın binbir teşekkür ederek kalktı, yine buluşmak istediğini tekrarladı ve hesabı ödeyip gitti.
Bir daha da aramadı. Ne yüzünü gördük, ne sesini duyduk. Bizce onu görevinden alıp ABD’nin Papua-Yeni Gine Konsolosluğuna kapıcı, çamaşırcı filan tayin etmişlerdir...
* * *
Görüyorsunuz Sovyet ateşesini de, ABD’li diplomat kadını da dalgaya almasaymışım, ciddi cevaplar verseymişim belki bugün Wikileaks belgelerindeki “XXX”lerden biri ben olacaktım.
Kör talih işte. Meşhur olma fırsatını kaçırdım...