(Dip değil üst not: Eğer dünkü Tırmık’ı okumadıysanız, önce onu okuyun, sonra bunu e mi!)
Evet, tam da başlıktaki gibi: Varsayalım ki Türkiye’nin Kürt sorununda barışçıl çözüme ulaşıldı. Gerçi barışçıl çözüm teriminin içeriği somut olarak tanımlanmış, ayrıntılanmış değil; ama hedefi ve niyeti belli. Diyelim bu hedefe ulaşıldı.
Yani diyelim silahlar sustu; ateşkes filan değil, temelli sustu. Ardından Öcalan İmralı’dan çıkarıldı ve –mesela- Yalova’da ev hapsine geçirildi. O da o evi Türkiye Kürtleri’nin kâbesi haline getirecek bir kışkırtıcı tutumu önleme basiretini gösterdi. Ama evinde televizyonunu seyredip, gazetesini okuyup, telefonlaşabilip “önderlik” işlevini daha rahat yerine getirmeye başladı. Ardından Kürtçe, Güneydoğu’da Türkçe’nin yanısıra eğitim dili olarak devletçe kabullenildi. TRT’de çocuklara Kürtçe masal anlatma (saçma) yasağı kaldırıldı. Ardından “Dağdakiler” için af çıkarıldı. Dağdan inenlerin kimileri sivil siyasete atıldı; kimi köyünde tavuk yetiştirip çift sürmeye başladı; kimi yarım kalan okulunu bitirdi; kimi bir iş bulup çalışmaya başladı. Ardından Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı biçimsel değil özsel olarak uygulanır hale geldi. Ardından... Oh! Gel keyfim gel...
Bu kadar yetsin. İçeriği pek belirli olmayan “barışcıl çözüm” üstüne benim “meselâ”larımın eksiği varsa - ki vardır- siz tamamlayın...
Peki sonra ne olacak?
Kürt siyasal hareketi “Tamam nihai hedefimize ulaştık, artık normal yaşama dönelim” mi diyecek? Suriye’deki, İran’daki, Kuzey Irak’taki Kürtler “Tamam artık sorun kalmadı. Türkiye’deki kardeşlerimizin, soydaşlarımızın sorunları çözüldü. Herkes kendi işine baksın artık” mı diyecekler?
Öyle mi demeliler?
Şu son soru üstüne dünden bir hatırlatma: Soruna ırkçı, faşist, ulusalcı, milliyetçi görüşlerle yaklaşanları bir yana bırakalım. Kürt sorununa “Türkler neyi ne kadar bahşedecek” diye yaklaşıp cevaplar üreten, yorumlar döktürenler de umurumda değil.
Ancak çözüm arayışına katkı sağlamak isteyen, bu konuda fikir üreten, öneri geliştirenler, demokrasiye sımsıkı bağlı, mağdurların yanında yer almayı bir aydın sorumluluğu olarak kavrayanlar yukarıdaki soruyu yanıtlamak zorundalar. “Hele o günler bir gelsin; hele Türkiye’de Kürt sorunu barışçıl bir çözüme ulaşsın, sonrasını sonra konuşalım, tartışalım” diye özetlenebilecek günü kurtarmaktan ibaret yaklaşımlarla yetinebilir miyiz?
* * *
Şimdi bir soru daha: Dört ülkeye yayılmış Kürtler için Kürt siyasal hareket(ler)i bir ulus devlet inşaını yakın değilse bile uzun ya da orta erimli bir hedef olarak görüyor mu? Pankürdizm olarak nitelenebilecek, bütün Kürtleri tek bir devletin çatısı altında toplayacak bir gizli (ya da açık) hedef var mıdır?
Bu sorunun cevabını ben bilemem. Keza George Bush - Condoleezza Rice döneminde ortaya atılan ve Obama yönetiminde hâlâ sahip çıkılıp çıkılmadığını bilmediğim Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) bir halkası olarak bir “emperyalist plan”da böyle bir devlet öngörülüp görülmediğini de bilemem. Bu düzeyde yüksek(!) bir siyasal analiz beni aşar. Onu TV’lerde her akşam boy gösteren stratejik araştırma merkezilerinin “her şeyi bilen, her konuda konuşabilen” uzmanlarına bırakalım...
Ve soruya yalın, hepimizin yapabileceği gözlemlerle cevap arayalım.
Irak Kürtleri dört ülkeye yayılmış Kürtler’in en büyük parçası değil. Ama şu anda en çok yol almış, siyasal olarak güçlü kesimi. Nitekim Şii Talabani Irak Cumhurbaşkanı, Şafii Barzani’nin Kürdistan Özerk Bölgesi başkanı.
Kuzey Irak’taki Kürt özerk bölgesi zaman içinde bağımsız bir devlete mi dönüşecek, yoksa Federatif Irak’ın kuzeyinde bir federe devlet olarak mı kalacak sorusu henüz belirginleşmedi. Ancak Barzani-Talabani yönetsel ağırlığındaki (ya da yönetsel paylaşımındaki) Kuzey Irak’ta Kürt siyasal hareketinin Suriye, İran ve Türkiye Kürtlerini de içerecek bir genişleme hedefleri olduğuna ilişkin ortada üzerinde tartışılabileceğimiz bir veri yok.
Suriye Kürtleri için bilebildiğimiz ise Baas rejiminin yurttaşlık hakkı bile tanımadığı, güçlü bir siyasal birliktelik ortaya koyamamış bir topluluk oldukları. Küçük bir kesimi Baas rejimine bağlılık göstermekte; büyücek bir kesimi ise Suriye’deki son kargaşada kendilerini güvenceye alacak, siyasal ve sosyal haklar kazandıracak acil hedefler peşindeler.
İran Kürtleri de Mollalar rejimine geri adım attırabilecek bir siyasal güç oluşturabilmiş değiller.
Yani Irak, Suriye ve İran Kürtleri’nin siyasal temsilci ya da hareketlerinin bir Kürt ulusal devleti inşa etmek gibi ilan edilmiş hedeflerinden, bu konuda somut adımlar atmakta olduklarından söz etmek gerçeği zorlamak olur.
Peki Türkiye Kürtleri’nde durum ne? PKK ya da daha üst örgüt olarak KCK’nın dört ülkedeki Kürtleri kucaklayacak bir ulus devlet inşası gibi hedefi var mı? Yoksa önlerine gerçekçi ve optimum (=Mümkün olan en iyi) bir hedef mi koydular? Bu hedef gerçekçi mi; uygulanabilirliği var mı; dört ülkedeki ulus-devletlerin somut nitelikleri göz önüne alındığında siyasal bir karşılığı olabilir mi?
Dahası Türkiye’deki Kürt siyasal hareketinde sık kullanılan; gel gör ki Türk (=Kürt olmayan) kesimlerde derinlemesine ele alınmayan, tartışılmayan “Demokratik özerklik” ya da “Devlet olmayan devlet” ya da “Demokratik konfederasyon” gibi terimler içerikten yoksun laf ebelikleri mi? KCK örgütlenmesinin ana yönelimi ne?
Yarın bunu tartışalım...