07 Ekim 2010

Tutuklama, Hayır TutuklaMA?

...tutuklama alışkanlığının iyiden iyiye zembereği boşaldı; önceden cezalandırma boyutunu aştı intikam operasyonlarına dönüştü...

Başlık Türkçe olarak pek sağlam değil ama derdini sanırım anlatıyor.
Özellikle Ergenekon dosyalarından ve açılan davalardan sonra ülkenin yarısından çoğu amatör hukukçu olduğundan, tutuklama işleminin aslında sadece bir önlem olduğu, sanığın kaçması olasılığı yüksekse ya da serbest kaldığında delilleri karartabilecekse bu önleme başvurulması gerektiğini söylemekle yetinip daha derinine, ayrıntısına girmeyebiliriz. 
Gerçek bir hukuk devletinde tutuklama istisna, tutuksuz yargılama kuraldır. Ama ceza hukukunun bu temel kuralı Türkiye’de farklı işler. AB uyum yasaları sayesinde tutuklama kararı vermek epey zorlaştı. Ama yine de bu zorluk, sarhoş otomobil kullanıp beş kişiyi yok eden ya da küçük çocukların ırzına geçen adi (adli değil adi, yani aşşşağılık) heriflere işler. İş gelip siyasal içerikli suçlamalara dayandı mı Türkiye’de gelişkin demokrasilerden farklı işleyen “tutuklama önlemi” tıkır tıkır ve eskisi gibi ve hatta eskisinden de beter yürür. 
1969 – 1980 arasında tam yedi defa tutuklanmış, kiminde bir yıl, kiminde, iki, üç, beş ay askeri hapishanelere misafir edilmiş “kıdemli bir tutuklu” olarak bu berbat işleyişin dolaysız tanığıyım. Üstelik ben yanlış işletilen tutuklama önlemini yine de ucuz atlatanlardanım. Hapishane arkadaşlarım arasında 10 yıl, 12 yıl tutuklu kalan ve sonunda beraat eden pek çok genç var.
Son cümle öyle söylenip geçilecek gibi değil. Birisini suçlayacak ve tutuklayıp hapse atacaksınız; 10 yıl, 12 yıl içeride (hem de 12 Eylül hapishanelerinde) tutacaksınız; 12 yıl sonra “pardon” diyecek, beraat kararı vereceksiniz. Bir insanın yaşamından 12 yıl çalmanın bedeli ise “Pardon dedik ya. Hesabı artık ahirette görürüz”le karşılanacak.
Kestirmeden söylersek Türkiye’de tutuklama kavramı bal gibi peşin cezalandırma anlamına geliyor ve o kadar yaygın uygulanıyor ki tutuklanana da, tutuklama kararı verene de, haber olursa gazetelerden okuyana da doğal geliyor; ciddi tepkilere ebelik etmiyor, hatta yadırganmıyor. Her konuda görüş açıklamayı alışkanlık haline getirmiş anlı şanlı baroların bu yanlış tutuklama uygulamasına, öyle göstermelik kuru demeç vererek değil, masaya yumruğu vurmacasına karşı çıktıkları kaç olay hatırlıyorsunuz?
Ergenekon davalarında tutuklama alışkanlığının iyiden iyiye zembereği boşaldı; önceden cezalandırma boyutunu aştı intikam operasyonlarına dönüştü.
Oysa Ergenekon davaları, yakın tarihin karanlık olaylarının çürümeye terk edilmişken açılmaya başlanan dosyaları Türkiye’nin önüne sahici bir hukuk devletine dönüşebilme, demokrasiyi pekiştirme fırsatı sunuyordu. Gel gör ki kötüye kullanılan, intikamcı, yani hukuk dışı bir anlayıştan güçlü izler taşıyan bir tutum bu fırsatı kaçırtabilecek bir yönelim kazandı. Kamuoyunda “Yaşın yanında kuru da yanıyor” algısını güçlendirdi.
Ergenekon sanıklarının büyük çoğunluğu ile siyasal bağlamda taban tabana zıt görüşler besliyorum. Milliyetçilik, ulusalcılık benden çok uzak. Ama bu tutuklanmadan da yargılanabilecek kişileri hemen demir parmaklıkların ardına koyan ve bunda inatla ısrar eden zihniyete karşı çıkmama asla ve asla engel değil.
Hanefi Avcı olayı da bu sakat yönelimin, bence hukukun dışına geçmiş uygulamanın halkalarından biri ve şimdilik sonuncusu.    
Hanefi Avcı tutuklanmasaydı kaçacak mıydı?
Say saya bildiğince. Mustafa Balbay kaçacak mıydı? Tuncay Özkan, Profesör Mehmet Haberal, emekli generaller, muvazzaf subaylar kaçacaklar mıydı? 
“Bedrettin Dalan ile Turhan Çömez kaçmadılar mı?” diye itiraz edilebilir.
Ama insaf, Ergenekon hattına şu ya da bu ölçüde bulaşanlar arasında ayrım yapılmadan; eli tetiğe gitmemiş, kana, cana bulaşmamışların da tutuklandığı bir dalgada, kaçmayacağımı bile bile beni tutuklayıp içeri tıkacak bir zihniyet kol gezerken ben de olsam kaçardım... (Nitekim 12 Eylül arifesinde yolunu buldum ve kaçtım da...)
Türkiye’nin bağırsaklarını temizleyebileceği, yakın geçmişi ile açıkça hesaplaşabileceği, demokrasisini güçlendirebileceği, darbe yandaş ve heveslilerini ürküp sineceği bir iklime kavuşma şansı sakatlanıyor.
Buna hayıflanmamak, dahası itiraz etmemek mümkün mü? 



Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"