Önceki gün CHP’nin “harika çocuğu” Kemal Kılıçdaroğlu Batman’da konuştu. Aynen aktarıyorum:
“Toplumsal barışın bir parçası olacaksa affa evet deriz”
Dün öğleden önce CHP Genel Başkanı Baykal gazetecilerin sorusunu yanıtladı: Aynen aktarıyorum:
“Bu sözler yanlış sözler. Af meselesini gündeme getirmek doğru değil. Af ancak terör bitince olabilir”
Dün öğleden sonra Kemal Kılıçdaroğlu bu defa Elazığ’da konuştu. Aynen aktarıyorum:
“Bugünkü koşullarda bizim bir genel affın olabileceği gibi bir düşüncemiz söz konusu değil.
Bugün terör var. Terör bitti mi ki, biz bir affı gündeme getirmiş olalım.”
* * *
Aslında bu yazı yukarıdaki son paragrafla da bitebilirdi. Haydi bilemediniz bir de “Ben gözünüzden kaçmasın istedim. Yargıyı siz verin” diye bir cümle eklerdim ve bitirirdim.
Öyle yapmayacağım...
Sözlükler “politika” kavramını “Devlet yönetme sanatı” olarak tanımlıyor.
Sanat kirletmez. Ama politika denen “sanat kolu” kirletiyor.
Niye?
Çünkü devleti yönetmek iktidar olmak demek. Politikacı da devleti yönetmek için iktidarı elde etmeye çalışan oluyor. Politika (=siyaset) iktidar demek; iktidarı hedeflemek demek. Politika yapmak ne pahasına olursa olsun iktidarı elde etme çabasına indirgenince kirletiyor...
Kemal Kılıçdaroğlu buna somut bir örnek. O yüzden bu yazının konusu oldu.
* * *
Çok yıllar önce, 12 yıllık siyasi göçmenliğime nokta koyup, Türkiye’ye dönüp, Sağmalcılar Cezaevi'nde iki-üç ay kadar yatıp devletle hesabımı kapattıktan sonra mesleğime döndüm.
Cumhuriyet’te haberci olarak işbaşı yaptım. O günkü yayın yönetmenim ilk günümde ilk işimi elime tutuşturdu: Türkiye’nin sosyal güvenlik sistemini ele alacak, didik didik edecek ve bir yazı dizisi hazırlayacaktım.
Taze işbaşı yapmışım, önceki yıllarımdan iyi bildiğim bu çetrefilli, sıkıcı, sakız gibi uzayacak ve dahası kördüğüme dönmüş konuyu reddetme şansım yok. Şansıma küsüp Ankara’nın yolunu tuttum.
Kemal Kılıçdaroğlu SSK Genel Müdürüydü. BağKur ve Emekli Sandığı genel müdürlerinden sonra onunla uzun bir söyleşi yaptım. İstanbul’a döndüğümde arkadaşlarıma “Pırıl pırıl bir bürokrat tanıdım” dedim ve ekledim, “Konusunu iyi biliyor, kurumunun sorunlarını nasıl çözeceğini iyi biliyor, çözüm için acı bir reçete dışında çözüm olmadığını açık seçik söylüyor ve bunun yakın durduğu partinin de, hükümetin de, sendikaların da, 40 yaşında emeklilik hakkının ülkeye yüklediklerini sorgulamayan kitlelerin de tepkisini çekeceğini de iyi biliyor ve bundan korkmuyor... “
“Bunu da yaz abi”dediler.
Yazdım.
Bugün de öyle düşünüyorum. Kemal Kılıçdaroğlu pırıl pırıl ve çok namuslu ve çok çalışkan bir bürokrattı.
Ama bugün şöyle de düşünüyorum: Kılıçdaroğlu sahiden pırıl pırıl ve çok namuslu ve çok çalışkan bir bürokrattı. Bugün ise berbat bir politikacı...
İstanbul Belediye Başkanlığı'na aday olduğunda çocuksu demeçlerine gülümsemiş geçmiştik. “Çözüm bizde” deyişine “Söyle de bilelim” demiş ve “Olmaz sonra kopya çekerler” cevabına da gülüp geçmiştik.
Ama CHP’nin öteki harika çocuğu Onur Öymen’in Dersim Cankırımına övgüler düzen o utanç verici konuşmasına açıkça tepki gösterip bir gün sonra Baykal’dan fırça yiyince söylediklerini yalayıp yutmasına, tükürdüğünü göz göre göre yalamasına gülüp geçememiş, pırıl pırıl bir bürokrattan berbat bir politikacı üreten siyasal iklime küfretmiştik.
Politika sahiden kirletiyordu...
Dün bir kez daha “berbat politikacı”yla karşılaştık. Batman’da söylediği net, yanlış anlamaya olanak tanımayacak kadar açıktı. Ama ertesi gün yine Baykal’dan fırça yiyince tersin geri dönüverdi.
* * *
Bu yazı da genel affı, bunun iyi mi kötü mü olacağını tartışmadık.
Sadece “teneke kılıçlı Kılıçdaroğlu”nun dünü ve bugünü arasındaki farktan duyduğumuz kederi okurla paylaştık. Hepsi bu kadar...