Siyasetin dili milliyetçi önyargılardan, milliyetçi kaygılardan ve milliyetçi seçmenlerin oylarını alabilme hesabından bir türlü kurtulamayan siyasilerde gitgide tekleşmekte.
AKP lideri bütçe görüşmelerinin kapanış konuşmasında kükrüyor:
- Tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek devlet...
Devlet Bahçeli oyuncağımı elimden alırlarsa kaygısana kapılmış gibi. O da kükrüyor:
- Tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek dil, tek devlet...
Ana muhalefetin umutlar bağlanan lideri kükreyenler korosunda yerini alıyor:
- Tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek dil, tek devlet...
Bu ağız birliği Kürt siyasi hareketinin geçen hafta topladığı Demokratik Toplum Kongresinde (DTK) kamuoyuna açıklanan demokratik toplum projesinden kaynaklanan bir panik olabilir mi?
Böyle düşünenler, özellikle Kürtler arasında böyle düşünenler, “Bir proje açıkladık; hepsi panikledi” diye kostaklananlar olabilir.
Ben öyle düşünmüyorum.
Kanımca Başbakan seçim yarışının startını verdi, öteki partiler de geri kalmamak için erken olduğunu bile bile koşuya katıldılar.
Seçimlere daha altı ay var. Egelilerin “Sayılı gün çabuk geçer” diye bir sözü vardır. “Daha vakit var deyip kulağının üstüne yatma, kolları sıva” anlamında kullanırlar. Anlaşılan Başbakan da 12 Haziran’a şimdiden hazırlanmak gerektiğini düşünüyor.
Aralarındaki ufak tefek farkları gözardı edip hepsinin ağzından aktardığım slogan elbette Kürtlere, Kürt siyasal hareketine yönelik bir cevap. Ama bir cevabın ötesinde bir seçim ve seçmen hesabına dayanıyor.
Önce yerel seçimlerde, ardından Anayasa referandumunda Kürt oylarının DTP (sonra BDP) safında toplandığını gören AKP yönetimi, Güneydoğu Anadolu’da beyaz eşya ya da bulgur, un, pirinç, çay, şekerden oluşan paketlerle seçim sadakası dağıtırak Kürt oylarını kendine çekemeyeceğini gördü. Ardından etnik etkenin karşısına dinsel etkeni çıkararak bir deneme daha yaptı. Ama her iki yol da Kürt oylarını DTP-BDP ekseninden koparamadı.
Oysa Tayyip Erdoğan, 12 Haziran seçimlerinde sonra şimdiki tek başına iktidarını Anayasayı da değiştirebilecek bir meclis çoğunluğu ile taçlandırmak istiyor. Başka türlü ne anayasayı değiştirebilir, ne kendini cumhurbaşkanlığı koltuğuna taşıyabilir. Kürt oylarında umut yoksa, ki olmadığını hem yerel seçimlerde, hem anayasa referandumunda gördü, yaslanılabilecek başka bir oy kaynağı bulmak gerek.
Referandum sürecinde MHP oylarının Alpaslan Türkeş döneminde olduğu gibi çelik bir disiplinle partiye bağlı olmadığı, epey kırılgan olduğu ortayla çıktı. AKP lideri yüzde 10’luk MHP seçmeninden yüzde 3-5lik bir bölümünü AKP’ye çekebilirse istediği Meclis çoğunluğunu elde edebileceği hesabı yapıyor.
Bu hesap milliyetçi bir çizgiyi öne çıkarmak, böylece özellikle orta Anadolu’daki hem milliyetçi, hem dindar “Türk” oylarını kapabilmek hesabı. Kürtler “AKP mi, BDP mi” ikilemine kapılmadılar. Milliyetçi ve dindar Türkler “AKP mi, MHP mi” ikilemine kapılabilirler.
AKP evindeki bu hesap seçim çarşısından döner mi, dönmez mi bilemiyorum. Bildiğim en azından seçimlere kadar ülkemizde ağır bir milliyetçilik propagandasının kolgezeceği...
Başbakanın hesabını sezip karşı atağa geçen Bahçeliyi anlamak kolay. Onunki biraz da siyaseten var olmak ya da olmamak sorunu.
Peki CHP’ye, onunla seçim ittifakı hesapları yapan bazı “sol”lara ne oluyor?
İşte buna akıl erdirebilmiş değilim.