Tırmık’ın izin yaptığı günü rastladı. Avuçlarım kaşındı ama yazamadım. Bugüne kaldı.
Kalsın. Bayatlamadı...
Geçtiğimiz Cuma günü Türkiye Büyük Millet Meclisi “Kürt açılımı”nı konuştu...
Konuştu mu?
Pek değil...
Nitekim o günün akşamı televizyonları, ertesi günü gazeteleri izleyenler TBMM’nin bu sahiden tarihi oturumunu sadece kavga döğüş, küfür kafir, itiş kakış, laf yetiştirme, laf oturtma olarak sundular.
Çok da haksız değillerdi. TBMM o gün Türkiye’nin Kürt sorununu nasıl çözeceğini konuşmak için toplandı ve... Ve konuşamadı.
Özetlemem bile gereksiz. O gün ülkenin bu en yakıcı sorunu ile yakından ve hatta uzaktan ilgilenenler bile ekran başındaydı.
Hatırlayın.
Önce Ahmet Türk konuştu ve soruna “Kürtlerin” nasıl baktıklarını, ne istediklerini, ne beklediklerini sakin ve – bence- çok yapıcı bir konuşma ile aktardı.
Sonra sıra “Türkler”e geldi.
Önce “en” Türk, Devlet Bahçeli konuştu. Onun dilinden gazilere şükran borçlu olduğumuzu, şehitlere saygı yükümlüğümüzü, bayrağımızın ve topraklarımızın “kutsal” olduğunu öğrendik. Ama MHP’nin Kürt sorununun çözümü üstüne ne önerdiğini öğrenemedik. Tabii “Dağda tek PKK’lı kalmayıncaya kadar operasyonlara devam” önerisinin Kürt sorununun çözümü yönünde bir öneri olduğunu kabul etmezsek...
Sonra sosyal (sosyal?) demokrat (demokrat?) Deniz Baykal’ı dinledik. CHP’nin sorunun çözümü için daha 1989’da somut öneriler ürettiğini hatırlattı.
Hatırladık tabii.
Şimdi o önerdiklerinin neredeyse tümüne niye karşı çıktığını anlatmadı. O yüzden nedenini öğrenemedik; keza CHP’nin Kürt sorununu nasıl çözeceği üstüne de bir bilgimiz olamadı.
Ardından AKP sözcüsü Ömer Çelik’i dinledik. Retoriği (=hitabeti) epey iyiydi ama beklediğimiz somut önerilerden eser yoktu. Sadece “AKP’nin bu sorunu çözmek istediğini, ötekilerin de çözmeye yanaşmadığını” anlattı. Ama AKP’nin bu sorunu çözeceğim diye kolları sıvadığını zaten biliyorduk. Bilmediğimiz “Nasıl, hangi ölçüde ve hangi yöntemlerle” soruları idi ve cevapsız kaldı.
Üstünde tartışabileceğimiz, katılacağımız ya da reddedeceğimiz somut önerileri Başbakan Erdoğan söyleyecek herhalde, diye umduk.
Boşuna ummuşuz. Erdoğan da “Vay canına bunu Türkiye Cumhuriyeti’nin bir başbakanı mı söylüyor” diye şaşırdığımız çok önemli saptamalar dillendirdi. Farklılıklarımızın zenginliğimiz olduğunu, bu ülkede Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığının esas olduğunu, etnik bir kimlik tanımlayan terimleri ulusun tümü için kullanmanın yanlışlığını söyledi. Eh artık konuşmasının son bölümlerinde “AKP’nin çözüm önerilerini” de aktaracak diye düşündük. O ise konuşmasını Bahçeli ve Baykal’ın “Koydum mu beş sıfır” üslübuyla Baykal ve Bahçeli'yi cevaplayarak bitirmeyi yeğledi.
Ve TBMM’nin “Kürt açılımı” konulu oturumu fare bile doğurmadan bitti...
* * *
Sabredip buraya kadar okuduysanız iki konuşmacıyı “atladığımı” elbet farkettiniz. Bilerek sona bıraktım.
İlki “açılım”ın yürütmesini üstlenen ve - kulislere yansıyan bigilere göre - zaten açılımın asıl mimarı olan İçişleri Bakanı Beşir Atalay’dı. Atalay, sanırım aktarmama gerek olmayan üç - dört öneriyi özetledi. Söylenecek fazla söz yok. Eğer bunlar ilk adımlarsa olumludur; arkası gelecekse ve arkasının gelmesine yardımcı olacaklarsa yararladırlar... Yok topu topu bundan ibaretse bunun adı “Kürt açılımı” değil, olsa olsa “Kürt sorunu geçiştirmesi” filan olur. Bekleyecek ve göreceğiz...
Ve Ufuk Uras...
Meclisteki tek sosyalist milletvekili...
Sekiz maddelik bir öneri demetiyle kürsüye geldi. Her birini kısa ama açık seçik paragraflarla anlattı. Eğer muhalefet partileri ya da iktidar partisi Kürt sorunu üstüne çözüm önerilerini TBMM’de ve bizlerin gözü önünde tartışacak olaydılar bu önerileri cevaplamaları gerekirdi. Kimine “Olur ve iyi olur” derlerdi, kimilerine “Yooo işte bu olmaz” filan derlerdi ve biz yurttaşlar da Kürt sorununun çözümü için hangi partinin ne düşündüğünü ve ne önerdiğini anlamış olurduk...
Olmadı. Konuşmadılar, tartışmadılar; biz de anlayamadık.
Ama başka şeyler anladık.
Tek bir sosyalistin bile TBMM çatısı altında sesini çıkardığında geri kalanların nasıl sapır sapır döküldüklerini anladık.
Demokrasimizin solu topal kaldıkça neden ülke sorunlarına çözüm üretemediğini ve üretemeyeceğini anladık...
Bir de...
Bir de TBMM’de bir Ufuk Uras değil - mesela - kırk bir Ufuk Uras bulunsaydı neler olabileceğini anladık...
Ne dersiniz?
Acaba TBMM’de - mesela - kırk bir ya da yüz kırk bir ya da iki yüz kırk bir sosyalist milletvekili yer alsa nasıl olurdu ve ne olurdu?