Tatil bitti. Kaçıp kurtulan ya da alıcı bulamayıp elde kalan koçlara, koyunlara, danalara "geçmiş olsun". O kadar şanslı olmayanların geride bıraktığı kuzulara da yeşil çayırlarda uzun ömürler dileyip bayram yazılarına nokta koyayım.
Evet, benim bayram yazıları bitti. İsabet. Çünkü zordu. Bayram etmediğim bir bayramda, bayram yazısı yazmak sahiden zordu. Farkettiyseniz ben de mizaha sığındım. Yani bana da "geçmiş olsun".
* * *
Bugünkü Tırmık'ın başlığı sizi yanıltmasın, "Aşırı sıcak günler kapıda " dediysem meteoroloji raporundan söz etmiyorum. Benim için son günleri çok sıcak, çok alevli geçen, güzelim Marmara Adası'nın yemyeşil güney yamaçlarını kömür karasına döndüren yangının küle, kuruma bulanmış boğucu sıcağından da söz etmiyorum.
En kestirme deyimiyle "Suriye sıcağı"ndan söz ediyorum.
Tatil rehaveti içinde pek çok kişi bayram tatilinin hemen öncesinde Suriye konusunda Trump yönetimi ile sıkı bir pazarlık sonunda bağlanan "güvenli bölge mutabakatı" ile pek ilgilenmedi. En azından bu mutabakatın olası sonuçları ana gündemi belirlemedi.
Oysa son günlerin -bence- en önemli olayıydı ve sonuçları olacak.
ABD ile "Müşterek Harekat Merkezi" kurulması karara bağlanmıştı. Nitekim dün Milli Savunma Bakanlığı ABD ile güvenli bölge mutabakatı çerçevesinde bölgede insansız hava araçlarının göreve başladığını açıkladı.
Yani dünden beri saat işlemeye başladı: Tik - tak - tik - tak...
* * *
ABD ile varılan "mutabakat". AKP medyasında "Reis'in zaferi" olarak sunuluyor. Türkiye'nin Suriye konusundaki politik ve askeri tercihlerini Trump'un da desteği ile ABD'deki Türkiye'ye pek de hatta hiç de dost olmayan siyasal ve askeri kesimlerin kabul etmek zorunda kaldıkları ballandıra ballandıra anlatılıyor.
AKP medyası Suriye konulu mutabakatı selamlıyor ve alkışlıyor.
Buna karşılık AKP medyasında yer almayan ama kesinlikle devlet medyası safında yer tutmuş kimi kalem erbabı "mutabakat"tan hiç de hoşnut değil. ABD'nin Türkiye'nin güvenli kuşak politikasını suya düşürdüğünden; kuşak yerine "cepler"le idare etmek zorunda kalınacağından yakınıyorlar. Hoşnutsuzluklarını "ABD, Türkiye'yi uyuttu" demeye kadar vardıranlar bile oldu.
Kısacası: AKP medyası ABD ile varılan mutabakattan hoşnut ya da mutabakatı böyle sunmaya kararlı. Buna karşılık "devlet medyası" diye adlandırabileceğimiz kalem erbapları hiç de hoşnut değil. "Yetmez ama evet"e bile razı değiller; "daha, daha, daha" demekteler...
Ayrıştıkları nokta, "kuşak mı, cep mi" ve "10 kilometre derinlikte mi, 30 kilometre derinlikte mi" gibi derin bir tartışmadan ibaret.
Ancak AKP medyası da, devlet medyası da "Türkiye ne demeye egemen bir ülkenin topraklarına askeri bir harekât düzenliyor" sorusundan kesinlikle uzaklar. Bunu gündeme getirmeyi asla düşünmüyorlar. Birileri (mesela bu yazıda ben) böyle bir soruyu gündeme taşısa anında "Hain, PKK destekçisi, devlet düşmanı, ajan" filan gibi bildik yaftaları yapıştınrmak üzere kolları sıvayacaklar; belki de sıvamışlar da fırsat bekliyorlardır...
* * *
Bu fırsatı onlara verelim:
"Türkiye ne demeye egemen bir ülkenin topraklarına askeri bir harekat düzenliyor?"
Bilinen, savunulan gerekçe çok yalın: Suriye'nin kuzeyinde ve Türkiye sınırı boyunca bir Kürt ulus-devleti kurulursa, Türkiye Kürtleri de, Türkiye'den kopup o devlete katılmak isteyecek ve ülkemizi böleceklerdir. Öyleyse tehlikeyi doğmadan boğalım.
İddia bu.
Peki kanıt?
Ben duymadım, okumadım, dinlemedim. Oysa ne sağırım, ne kör.
Buna karşılık Anayasa referandumu öncesinde, sırasında ve sonrasında Selahattin Demirtaş'in dilinde tüy bitti. "Bir ulus-devlet kurmak artık zamanın ruhuna aykırıdır, akroniktir. Biz Ortadoğu halklarının daha yoğun ve engelsiz ilişki kurabilmelerini, sınır çizgilerinin siyasal, ekonomik, kültürel ilişkileri geliştirmeye engel olmayacağı bir Ortadoğu hedefliyoruz" dedi durdu.
Yalan mı söylüyordu ? Takiye mi yapıyordu? Aslında o gizli ve azılı bir Kürt milliyetçisi miydi? O yüzden mi Edirne'de ömür boyu volta atması kararlaştırıldı?
* * *
Okuduğunuz yazı ülkeler arası sorunların askeri yöntem ve yollarla çözülmesine kesinlikle karşı olan; hele bir komşu ülkenin topraklarında askeri harekât düzenlenmesinin sorunlara çözüm getirmeyeceğini, tersine kördüğüme dönüştüreceğini düşünen bir gazetecinin ve bir yurttaşın görüşüdür.
Söylediklerine, yazdıklarına sövüp sayanlar, tehditler savuranlar, olmadı cezalandırılmasını isteyenler umurunda değildir.
Düşündüğünü söylemeyene, yazmayana, bedel ödemeyi de göze alarak dile getirmeyene aydın denmez.
Eh, valla benim zaten adım Aydın.