21 Ekim 2009

Son İki, Üç Günün Bilançosu

TV kameramanlarının gözüyle Silopi, Habur, Kuzey Irak, Diyarbakır, Ankara arasında ha bire zapladım, zıpladım; zapladık, zıpladık.

Ben ki TV özürlü sayılırım, ekran başına kilitlendim. TV kameramanlarının gözüyle Silopi, Habur, Kuzey Irak, Diyarbakır, Ankara arasında ha bire zapladım, zıpladım; zapladık, zıpladık.
PKK’lılar sınırdan girdi. Kimileri serbest kaldı, kimileri yargıç karşısına çıktı ve sonunda  kimileri tümüyle özgür, kimileri tutuksuz yargılanmak üzere salıverildiler.
Bazan Silopi, Diyarbakır ekseninde dolanıp Kürtlerin sevinç ve yer yer gövde gösterisine tanıklık ettik, sık sık da Ankara’ya zıplayıp siyasetin tepesindekilerin atışmalarını izledik.
Bu satırlar yazılırken hemen bütün haber kanallarında, çoğunu  iyice tanıdığımız ve çoğunun ne diyeceğini iyi kötü bildiğimiz “siyaset yorumcuları” yarışmaktalar...
Sizi bilmem ama ben yeniden “TV özürlü” halime dönüyorum...
Oh be !..
Yorgunluktan artık izleyemez, kaydedemez hale geldiğimiz haber ve ille de yorum sağanağını, patırtıyı, gürültüyü bir yana bakıp şu bir kaç günün bilançosuna bakalım mı?
*    *    *
Önce PKK.
Eğer milat olarak 1984 Eruh baskınını alırsak Kürt sorununa silahlı çözüm bulmak için dağa çıkan PKK tam 25 yıl sonra ne elde etti?
Soruyu Türkiye’ye dönen öncü kolun Habur kapısından kostaklanarak girmesine takılmadan yanıtlamak gerek.
Hepimiz hatırlıyoruz: PKK Kuzey Irak’ta, Türkiye’nin günydoğusunda, Suriye’nin batısında ve İran’ın güney batısında yaşayan yani dört ülkeye serpilmiş Kürtleri tek bir ulus-devlet çatısı altında birleştirmek hedefinin Türkiye ayağında silaha sarılmıştı.
Öcalan’ın yakalanmasından sonra bu hedef adım adım değişti ve bugünkü noktaya geldi. Özetlersek: Kürt kimliğinin tanınması, eşit haklı yurttaşlık temelinde yasal ve anayasal düzenlemeler, Türkleştirilen köy, kasaba, şehir adlarının asıllarına dönülmesi, Kürtçenin öğrenilmesinin tamamen serbest bırakılması vb...
Peki bunlar zaten sağlıklı bir demokraside ve insan haklarına saygılı bir hukuk devletinde doğal değil midir?
*    *    *
Ya DTP?
DTP’liler arasında sevdiğim, saydığım dostlarım var. Yapmaya çalıştığım bu “bilançoda” dost acı söyler kuralını atlayamam. DTP sürecin bütününde düğümün çözülmesi için önemli işlevler üstlendi ama bir yanda da inkar edilmez bir açıklıkla “Muhatap ben değilim. İmralı ve Kandil’dir” vurgusunda ısrar etti. İster istemez “Peki öyleyse sen nesin” sorusu da boynuna asılı kaldı.
Yazık.
*    *    *
Peki AKP?
2002’de iktidara geldiklerinde Kürt yurttaş kitlesini dini referanslarla yanlarına çekmek, böylece Kürtlerin PKK ile bağlarını koparıp sorunu çözmek gibi ham bir hayale kapıldılar.
Ayılmaları için 22 Temmuz seçimlerini yaşamaları gerekti. 
Ayıldılar ve gönülsüz de olsa, ite kaka da olsa, Obama ve AB yüreklendirmesiyle de olsa DTP üstünden çözüm arayışına geçtiler. DTP sorunu etnik temelde tartışıyordu ve tartışmalar da, pazarlıklar da, temaslar da bu eksende yürüdü.
Eğer birkaç gündür yaşadığımız süreç sakatlanmadan, geri adımlar atılmadan yürürse  AKP silahları susturmuş bir parti olacak. Parti tabanındaki milliyetçi eğilimler (ki güçlü olduğunu sanıyorum) yüzünden bir miktar oy kaybedebilir. Buna karşılık yıllık 30-35 milyar doları bulan, bazan aşan bir mali yükü başka alanlara kaydırma olanağı elde etti ve bu bir iktidar partisi için hiç de küçümsenecek bir kazanım değil.
*    *    *
Peki yurttaşlar ?
Bir genelleme yapamam. Sorunun  kamuoyu anketleriyle sayılara indirgenmesini de sağlıklı bir gösterge olarak görmüyorum.
Bizim manav Sabri’nin görüşünü paylaşanlar çoğunluk mudur, azınlık mıdır bilemem. Ama yine de Sabri’nin sözlerini buraya aktaracağım:
- Gasteci abim, şu PKK’lıların kapıdan girerken İstanbul’u fethetmiş Fatih Sultan Mehmet gibi kasılmaları canımı çok sıktı ama düşünüyorum da haticeye değil neticeye bakmak lazım. İyi oldu be abi. Benim oğlan seneye asker. Böyle giderse anası da ben de uykusuz geceler geçirmeyeceğiz gibi. İyi di mi?
İyi tabii. Kan göllerinin durması, gencecik yşurttaşlarmızın ölmeyeceği bir ortama ulaşmamız iyi olmaz mı ?
*    *    *
Becerebildiğimce sakin düşünüp yaptığım bilanço bundan ibaret.
Bahçeli ile Baykal’a değinmediğimi biliyorum.
Ama onlar barış değil savaş istiyorlar. İki gündür bütün konuşmalarını dikkatle dinledim. Başka bir çıkarım, farklı bir değerlendirme yapamıyorum. Evet Bahçeli ve Baykal sonuç olarak “Savaş sürmelidir” diyorlar ve bunu farklı cümleler kurarak ha bire yineliyorlar.
O yüzden onları bilançoya dahil etmedim.

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"