Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) İç Hizmet Kanunu belleğim beni yanıltmıyorsa ilkin 1936’da kabul edildi. O zamanlar TSK İç Hizmet Kanunu’nun daha sonra çok ünlenecek 35. maddesi şöyleydi:
Madde 35 - Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumaktır. Silahlı Kuvvetler, harp sanatını öğrenmek ve öğretmekle vazifelidir. Bu vazifenin ifası için lazım gelen tesisler ve teşkiller kurulur ve tedbirler alınır.
27 Mayıs 1960 darbesini yapanlar darbenin gerekçesini ve hukuksal meşruiyetini bu maddeye dayandırdılar. Bununla da yetinmediler ve 1961’de maddeyi nedense ve ne hikmetse ikiye böldüler. İlk cümle 35. madde olarak kaldı; ikinci ve üçüncü cümleler ise 36. madde olarak ayrıldı.
35. madde şöyle oldu: “Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır.”
12 Mart darbesinde de generaller aynı gerekçeye dayanarak muhtıra verdiler ve daha sonra “utangaç faşizm” olarak nitelenecek 12 Mart dönemi böyle başladı.
Bu bereketli darbe gerekçesi 12 Eylül 1980’de yine karşımıza çıkarıldı ve darbeci generaller seçilmiş parlamentoyu silah zoruyla dağıtıp, Anayasa’da “vazgeçilmez unsur” olarak tanımlanan partileri kapatıp liderlerini hapse tıkma suçu’nu (O zaman ki Türk Ceza Yasası, madde 146.) bu 35. maddeye dayanarak aştılar. Silah onların elinde olduğundan kimse kalkıp itiraz edemedi.
Anayasa değişikliklerine evet mi, hayır mı, boykot mu tartışmalarının içinde bunaldığımız, birbirimize girdiğimiz şu günlerde inanması güç ama iktidar da muhalefet de TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesini kaldırma konusunda anlaşmış görünüyorlar.
Aralarındaki “Sen teklif et ben destekleyeyim... Olmaaazz sen et, ben destekleleyim” itiş kakışını cilvelenme olarak değerlendirelim ve cilveleşmenin ölçüsünü kaçırmadan bir an önce Meclisi toplayıp şu maddeyi çöp tenekesine gömmelerini isteyelim.
Madde kalktı diye darbe heveslisi üniformalı ve üniformasız generallerin köküne kibrit suyu dökülmüş olmaz. Bunu biliyorum. Ama en azından zırt pırt önümüze çıkardıkları “hukuksal gerekçe” ortadan kalkmış olur ve bizim kör topal yürüyen demokrasimizde bu bile iyi bir adımdır...
Zaten bu Tırmık’da yurttaş olarak kolları sıvamamız ve 35. maddenin kalkması için tepedekileri razı etmemizi sağlamak için yazılıyor.
* * *
Önerim çok basit.
İster “evet”çi, ister “hayır”cı, ister “boykot”çu olun. Hiç önemli değil. Ama darbelere karşıysanız ve darbecilerin işini bir nebzecik olsun zorlaştırmakta yarar görüyorsanız sıvayın kolları.
CHP’li tanıdıklarınıza gidin. Önemli değil erişebiliyorsanız Kılıçdaroğlu’na, olmadı CHP ilçe yönetim kurulu yedek üyesine gidin. Gözünüzü kırpmadan, kekelemeden konuşun:
“Anayasa değişikliğine kesinlikle hayır diyeceğim ama tek şartım var. Şu 35. maddeyi kaldırın...”
Yaptınız mı? Güüzeeel !..
Ama bitmedi. Yurttaşlık göreviniz devam ediyor.
Erişebiliyorsanız Recep Tayyip Erdoğan’a, olmadı AKP’li olduğunu bildiğiniz mahalle ya da köy muhtarına gidin. Kim olduğu önemli değil. Yeter ki AKP’li büyük ya da küçük elebaşılardan biri olsun. Gözünüzü kırpmadan, kekelemeden konuşun:
“Anayasa referandumunda valla da billa da evet oyu vereceğim. Ama tek şartım var: Şu 35. maddeyi halledin...”
Bunu da yaptınız. Güzeeeel !..
Haydi bakalım BDP takımından birine. Kandil’e ya da İmralı’ya ulaşamazsınız. Olsun BDP milletvekillerine gidin, yöneticilerine gidin, olmadı sempatizan olduğunu bildiğiniz Kürt arkadaşlardan birine gidin. Gözünüzü kırpmadan ve kekelemeden konuşun:
“Heval, kesin kararlıyım. Sandık başına giden namerttir. Ben en azılı boykotçuyum. Ama bir şartla:
Şu 35. maddeyi kaldırmakta omuz verin”.
* * *
Yani partileri silkeleyelim yapsınlar; silkeleyelim darbelerin gerekçesi ortadan kalksın...
Haydi yurttaşlık sorumluluğunun gereğini savsaklamadan, tembellik etmeden yerine getirelim.
Sıvayın kolları!..
12 Eylül referandumu sırasında ise bildiğinizi yapın, oyunuzu aklınızın yattığınca kullanın...