Başlık benim duygularımı yansıtıyor. Ama içinizden çok kişinin de bu duygulara benzer duygularla dolup taştığını, taştığını, taştığını sanıyorum.
Mitinglerden söz ediyorum.
Partilerin değil, “tek adamlar”ın boy gösterdiği; örgütlerin değil “tek adamlar”ın borusunun öttüğü; “tek adamlar”ın dikildikleri kürsüleri bağırıp çağırma, rakibinin canını acıtma, punduna getirirse hakaret etme fırsatı olarak gördükleri mitinglerden...
Bir: Bu adamlar o mitingleri ister alandan ister bencileyin ekranlardan izleyen bizleri salak mı sanıyorlar acaba?
İki: “Ne kadar çok bağırırsam, hatta bağırmayı böğürmeye, eleştiriyi hakarete, hakareti sövüp saymaya yükseltirsem, bana gelecek oylar da o kadar artar” diye düşünüyor olabilirler mi?
Üç: “Sesimi ne kadar yükseltirsem; kürsünün altındaki ses aygıtlarının düğmesini ne kadar çok açtırırsam; rakip partinin liderini ne kadar çok yerden yere vurursam benim partililer o kadar mutlu olurlar” diye düşünüyor olabilirler mi?
Dört: Mitingi alandan ya da ekrandan izleyen partililer “Vay be !.. Helâl olsun bizim başkana. Baksana aslanlar gibi kükredi; rakip lideri perişan etti. Sesinin gümbürtüsü şehrin öbür yakasından bile duyuldu” diye şişinmiş, öğünmüş ve mutlu olmuşlar mıdır?
Beş: Merak edip miting alanına giden ya da ekran başına kurulup, bugüne dek oy vermediği partinin liderini dinleyip “Vay be... Bu nasıl bir güçlü liderdir; bunun söyledikleri ne kadar da geleceğime ışık tutuyor. Valla bu defa oyumu bunun partisine vereceğim” filan demişler midir?
Art arda beş soru sordum.
Beş soruya da cevabım “Galiba”dır...
İçinizde sorulara “Hayır” cevabı verenler olduysa lütfen bana bu “tek adamlar”ın günlerdir niye bağırıp çağırdıklarını ve niye sadece bağırıp çağırdıklarını bir açıklasa iyi olacak...
* * *
Şu berbat meslek uğruna hemen bütün mitingleri izledim. Sabırla konuşmaları dinledim; kesmedi gazetelerde de yazıya dökülmüş olarak okudum.
Gördüğüm şu:
Bağırıp çağırma faslı dışında Tayyip Erdoğan’ın söyledikleri bir siyasi parti liderinin değil bir büyük inşaat müteahhidinin sözleriydi: “Şuraya şunu yaptık, buraya bunu yaptık, şuraya şunu yapacağız, buraya bunu dikeceğiz...”
Kılıçdaroğlu ise seçim kampanyası sırasında kamuoyuna açıkladığı demokratikleşme programını, yeni Anayasa konusundaki parti raporunu sakin sakin dinleyicilere, seyircilere anlatıp CHP’de “yeni” olanın ne olduğunu, neyi içerdiğini ve neyi hedeflediğini anlatmak yerine Tayyip Erdoğan’la “bağırış, çağırış” yarışına girdi. Yazık etti. Hele hele bir örgütün sesi olduğunu gözardı edip birinci tekil şahısla konuşmayı yeğlemesi, “Kemal kardeşiniz şöyle yapacak” ya da “Söz veriyorum düzelteceğim, kurtaracağım, yapacağım, edeceğim...” gibi tuhaf bir söylemi yeğlemesi daha da yazıktı.
Ne kaldı?
MHP Başkanı Bahçeli.
Boşverin, o kalsın...
* * *
Bizim manav Sabri beni yakaladı ve sordu:
- Gazetecim söyle bakalım? Nasıl buluyorsun seçim kampanyasını? Hangisi üste çıktı sence?
Yukarıda yazdıklarımı bir de ona yinelemeye üşendim. Hile yapıp, soruyu soruya çevirdim:
- Beni boşver. Asıl sen ne diyorsun?
Omuz silkti:
- Valla ha bire birbirleriyle kavga ediyor bunlar. Acaba diyorum, bizim de birbirimizle kavga etmemizi mi istiyorlar?
Boş bulunup “Galiba” diyecektim.
Yutkundum, demedim.