05 Eylül 2013

Sendikaların Sonbaharı (mı?)

Başlıktaki soruyu bir gazete yazısı çerçevesinde yanıtlamak elbette mümkün değil. Üstelik okurlara "Hah işte bu" dedirtecek bir cevabım da yok. O yüzden bu yazıya bir tartışma başlatmak, kapsamlı ve çok karmaşık bir soruna "bir ucundan" yaklaşma denemesi olarak bakmak gerek.

Başlıktaki soruyu bir gazete yazısı çerçevesinde yanıtlamak elbette mümkün değil. Üstelik okurlara "Hah işte bu" dedirtecek bir cevabım da yok. O yüzden bu yazıya bir tartışma başlatmak, kapsamlı ve çok karmaşık bir soruna "bir ucundan" yaklaşma denemesi olarak bakmak gerek.

Sendika, işçilerin kapitalist sınıf karşısında ekonomik çıkarlarını savunmak, kapitalizmin acımasız saldırısını göğüslemek, kapitalist sömürüyü azaltmak için oluşmuş bir karşı örgütlenme.

Altın çağını 20. yüzyılda yaşadı. Özellikle Batı Avrupa’da sermayenin karşısında çok güçlü bir emek hareketi sendikaların çatısı altında oluştu. Sarı sendikacılığın rakipsiz kalesi sayılan ABD’deki AFL-CIO bile  20. Yüzyıl boyunca ABD’deki emek hareketi için önemsiz sayılamayacak kazanımlar elde etti.

21. yüzyıldayız ve artık bırakınız Türkiye’yi, dünyada ses getiren, güçlü bir sendikal örgütlenmeden söz edemiyoruz. Gerek üye sayısı, gerek caydırıcı güç olarak sürekli kan kaybediyorlar. Kimi ülkelerde kan kaybı can çekişme aşamasına ulaştı. Hâlâ güçlü görünen, varlığını sürdürdüğü kabul edilen sendikal örgütler ancak kamu sektöründeki işletmelerde yaşam alanı bulabiliyorlar. Özel sektörde ise sürekli bir gerileme, hatta özel sektörün bazı dallarında tümüyle "kazınma" yaşıyorlar.

Neden ?

Soruya "Sendika ağaları sendikaları kişisel çiftliklerine dönüştürdü; sınıfına ihanet edip kapitalist sınıfın işbirlikçileri oldular da ondan" diye cevap verenler var. Bu buzdağını görünen ucuyla tanımlayan sığ bir cevap.

Tamam, Marksist literatürde özellikle Batı Avrupa sendikal hareketi için "işçi aristokrasisi" gibi bir eleştirel niteleme kullanıldı. Ancak bu gelişmiş batı kapitalizminin küresel sömürge ve sömürü ağlarından iyi pay alarak devrimci ateşini ve sınıfsal mücadele hedeflerini yitirmiş, refah toplumunun sağladıklarına fit olmuş bir kesim için kullanıldı. İşçi hareketinin bütün sendikal örgütlenmelerine yaygınlaştırılabilecek bir niteleme değil.

Ayrıca "işçi aristokrasisi" eleştirel nitelemesi ağırlıklı olarak sosyal demokrat siyasal çizgiyi benimsemiş sendikal örgütlenmeler için kullanıldı. Bunların sosyal demokrat partilerde belli ağırlıkları, hatta delege kontenjanları vardı ve sosyal demokrat hareketin geçen yüzyılın ikinci yarısından itibaren izlediği yörünge onları da derinden etkiledi.

Ancak bu nitelemeyi hak etmeyen, siyasal-ideolojik hedeflerinden ciddi bir sapma göstermeyen sendikal örgütleri gözardı edemeyiz. Fransa’da CGT, Türkiye’de DİSK buna iyi birer örnek…

Peki öyleyse dünün (20.yüzyıl) çok güçlü, hem de çok çok güçlü sendikal hareketlerini bugün (21. yüzyılın daha ilk çeyreğindeyken) silikleştiren, etkisizleştiren, hatta yer yer ve kimi ülkelerde ve kimi işkollarında "yok" haline getiren ana etken olabilir ?

Soruya ekenominin gözüyle bakıp cevap arayan analistler küreselleşmeye işaret ediyorlar. Sermayenin tüm yeryüzünde kısıtsız dolaşabilmesine, buna karşılık emekçilerin  ulus-devletlerin sınırları içinde kalmaları sonunda, Çin (Hani Komünist Partisinin iktidarı tek başına elinde tutup ülkeyi demir yumrukla yönettiği Çin), Güney Kore, güneydoğu ve güney Asya ülkelerindeki inanılmaz, hatta yürek kanatacak ölçüde düşük ücretlerle  rekabet edemez hale geldiklerini vurguluyorlar.

Bu belli ölçülerde doğruluk payı taşıyan bir analiz. Ama sorunu işgücü denen metayı satan ve bununla geçinen gelişmiş sanayi ülkeleri emekçilerinin serbest piyasa ekonomisinde rekabet gücünün kırılmasından ibaret kabul eden fazla ekonomist bir açıklama…

O yani olgunun siyasal boyutunu ihmal eren bir analiz…

O boyut bence çok daha belirleyici.

Yarınki Tırmık bu boyutu tartışmaya çalışıp bu çetrefil konuya kendince nokta koyacak…

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"