Fıkrayı bilirsiniz. Turist İstanbul’da lokantaya gitmiş. Türk mutfağını tanımak istiyor. Garson yemekleri saymaya başlamış: Patlıcan karnıyarık, patlıcan silkme, patlıcan oturtma, patlıcan musakka, patlıcanlı kebap...
Adam yanında bir de salata gibi bir şey istemiş. Garson sormuş “Patlıcan salatası var, bir de patlıcan turşumuz. Hangisini getireyim ?”
Adamcağız rasgele birini seçmiş. Ardından sıra zeytinyağlılara gelmiş. Garson yine saymaya başlamış: İmambayıldı, yoğurtlu patlıcan tava, soslu patlıcan kızartma...
Adamcağız zeytinyağlı faslını da tamam ettikten sonra garsonu çağırmış: “Bana” demiş, “bir bardak su. Ama lütfen patlıcansız olsun...”
Bizim iş de o hesap. Keyifle yazılacak bir dizi konu var. Hepsi de avucumu kaşındırıyor.
Mesela devlet eliyle, valiler aracılığıyla dağıtılan kömürden, buzdolabına, çamaşır makinasından erzak paketine, devlet eliyle seçmen evlerine kenef inşaatına kadar bir dizi rezillik gözümüzün önünde ve pervasızca sürdürülüyor. “Sadaka kültürü” ile oy avcılığını keyifle tırmıklamayı kim istemez ?..
Gel gör ki...
Mesela 2-8 Şubat haftasında ulusal düzeyde dağıtılan (iki küçük gazete hariç) bütün, evet bütün “kağıt gazeteler”in net satışları düştü. En babalarda onar, yirmişer binlik; başaltına güreşenlerde beşer, yedişer binlik; daha küçüklerde bir kaç yüz yada bir kaç bin düşüş var. Bayram değil, seyran değil. “Millet tatile çıktı, bir kaç günlüğüne gazete okumayı mı bıraktı acep” demek mantıklı değil. Sadece okullar tatildi. “Acaba asıl gazete okurları ana, ilk, orta ve lise öğrencileri miydi” diye sorup tatlı tatlı tırmıklamak keyifli olmaz mıydı ?
Gel gör ki...
Deniz Feneri adlı ünlü (ama ne ün!) dernek İstanbul’a afişler asmış: Tarihin en büyük iyilik hareketi: Deniz Feneri !
Haydi buyrun; bu da tırmıklanmazsa ne tırmıklanır ?..
Gel gör ki...
* * *
Gel gör ki patlıcansız yemeğe hasret turist örneği biz de “Ergenekonsuz” bir güne hasretiz...
Tam işler rutine bindi, yargılamanın ilk aşaması, sorgu bölümü yürüyor; kanıtların sergileneceği ve tartışılacağı aşamaya kadar görece sakin günler geçiririz hesabı yapacağız... I-ıh olmuyor. Her gün Ergenekon’la ilgili gizli ve karanlık bir sayfa önümüze seriliyor.
Üç gün önce, eski devlet bakanlarından Adnan Ekmen, 13 yıllık bir gecikme ile konuştu (“İtiraf etti” diye de okuyabilirsiniz) ve 16 Ocak 1996’daki Güçlükonak cankırımının üstündeki kanlı, karanlık örtüyü çekiverdi.
Hatırlayın, PKK’nın ateşkes ilan ettiği ve Kürt sorununa barışçıl bir çözüm umutlarının kabardığı o günlerde Şırnak’ın Güçlükonak ilçesinin kırsal kesiminde 11 Kürt köylüsü bir minibüsün içinde önce taranarak öldürülmüş, ardından da minibüs cesetler kömüre kesmecesine yakılmıştı. Güvenlik güçleri bu cankırımını PKK’nın marifeti olarak kamuoyuna sundu ve barış umutları anında söndü.
52. Hükümet’in Devlet Bakanı, hem de İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı, olaydan tam 13 yıl sonra “Vicdanım rahatsız” dedi ve ekledi ”11 köylüyü PKK değil güvenlik güçleri, yani devlet öldürdü. O günkü koşulllarda bunu açıklamaya cesaret edemedim...”
Bakanlık yapmış bir zatın vicdani sefaletini, siyasi ahlaksızlığını; “Aman barış filan olmasın; avanta kaynaklarımız kurumasın” diyenlerce yok edilen 11 yurttaşımızın acısını ve olayın tüyler ürperten gerçekliğini henüz sindiremeden, hemen ertesi günü bir başka “Ergenekon haberi” patladı: Türkiye’nin en büyük kuruluşlarından Çukurova Holding’in patronu, Akşam Gazetesi, Show TV, SKY TV medya grubunun sahibi Mehmet Emin Karamehmet’in bugün Ergenekon davasından tutuklu Jandarma Tuğgeneral Ersöz ve Jandarma Kurmay Albay Uğur ile yaptığı gizli görüşmenin dinleme tutanağı açıklanıverdi. Karamehmet o günlerde Türkcell’in, Yapı Kredi Bankasının ve Pamukbank’ın da patronuydu ve jandarma istihbaratı ile kirli ve gizli ilişkiler içine girdiği tutanakta apaçık görülüyordu.
Bu ikinci “haber”, Güçlükonak cinayetinin üstüne tüy dikmişken ve gazeteci tayfası yine ve mecburen Ergenekon ile yatıp, Ergenekon ile yatmak zorunda kalmışken bu kez de hastalığından dolayı tutukluluk kararı kaldırılıp GATA Askeri Hastanesine yatırılan eski Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eruygur’un eşi ile GATA’da görevli bir doktor Albay arasındaki telefon görüşmesinin ses bantları sapır sapır ortaya döküldü. Ses bandında doktor Albay, Ergenekon sanığı emekli orgeneralin sağlık durumunun tamamen düzeldiğinden, hastanede tutulması için hiç bir bahane kalmadığından yakınıyor; emekli generalin eşi ise “Yeniden tutuklanır korkusuyla” hastanede kalmaya devam etmesinin, yani hasta olmadığı halde hastaymış gibi gösterilmesinin sağlanmasını istiyordu...
* * *
Bu satırlar yazılırken yiyeceğimiz yeni bir Ergenekon haberi tokadının ne olduğunu bilemiyorum. Ama bildiğim daha uzunca süre bencileyin gazetecilere keyifli yazılar yazmak, okurları gülümsetecek dil lezzetleri ve anlatım hünerleri için ter dökme şansı yok gibi...
Mesleği bırakıp nalbantlık yada olta balıkçılığını filan mı denesem gibisinden matrak fikirler geçiyor aklımdan.
Gel gör ki...
Gel gör ki yazı yazmaktan başka hiç bir iş de gelmiyor ki elimden...
Vah bana...