Hikayeyi bilirsiniz. Türk mutfağını tanımak isteyen turist, yemek seçmeyi garsona bırakmış. O da yemekleri sırayla masaya getirmiş: Patlıcan silkme, patlıcan oturtma, karnıyarık, imambayıldı, patlıcanlı pilav, patlıcan salatası, patlıcan ezme, patlıcan tava...
Turist dayanamamış, “Bir bardak su istiyorum ama lütfen patlıcansız olsun!”
Ben de o haldeyim. Bir bardak su istiyorum ama lütfen referandumsuz olsun.
Kendimce önemli gördüğüm ve referandumla uzaktan yakından ilgisi olmayan bir konuda yazıyorum; “yorum yaz” kutusu referandum üstüne çeşitlemeler, öğütler, dilekler, niyetler, laf dokundurmalarla doluyor...
Çınarların altındaki kahvelere iniyorum, okey ıstakaları bir yana itilmiş, bizim takım iki üç kat büyümüş, “Evet mi, hayır mı?” tartışıyorlar...
Eve dönüp gelen maillere bakıyorum varsa referandum, yoksa referandum.
Üyesi olduğum ya da üyesi yapıldığım mail gruplarında turlamaya kalkıyorum; “Evet – Hayır – Boykot” üçgeninin köşelerinden birine yerleşmiş birileri öteki iki köşenin niye yanlış, kendi bulunduğu köşenin ise niye doğru olduğunu bıkıp usanmadan, uzun uzun anlatıyor.
Bunca yıldır yazı yazarım, bir Tırmık yazmak için harcanan zamanı ezbere bilirim. Ortalama bir Tırmık 300 – 500 kelime arasında değişir. Bugün (Pazartesi), biri evet diyecek, öteki hayır diyecek olan, üçüncüsü de boykot’ta karar kılmış biri tarafından yazılmış üç referandum yazısı okudum. Birinci 2105, ikinci 1761, üçüncü 1844 kelimeydi.
Bu üretkenliğe ve çalışkanlığa şapka çıkardım...
Ancak bu “Evet de, evet !.. Sakın haaaa, hayır demelisin !.. Bırak bunları, bırak, boykot, boykot!” sağanağında sırılsıklam olanların -bence hiç birinin- daha önce verdiği kararı değiştirip “Haaaa, bak bu şunu yazmış; meğer ben yanlış düşünüyormuşum” diyeceğini de sanmıyorum.
* * *
Referandum konusunda tek satır yazmamaya karar vermiş ve yanılmıyorsam bunu da burada açıklamıştım. Ama dedim ya, patlıcansız su isteyen turistten beter haldeyim, haldeyiz...
Referandum üstüne kopan bu fırtınayı kavramakta zorlanıyorum. Topu topu AKP’nin tek başına hazırladığı, dolayısıyla AKP’nin ideolojik çizgi ve tercihleri ile sınırlı bir Anayasa değişikliği yapılacak. 13 Eylül sabahı sandıktan ne çıkarsa çıksın yepyeni bir Türkiye’ye uyanmayacağız. Yurttaşlık görevi gereği sandık başına gidip tek bir oy kullanacağız. Ama bunun için bu kadar bağırıp çağırmak niye?
Enerjimiz varsa – ki görünüşe göre fazlasıyla var- gücümüzü kendi gündemimize vermek, eğer gündemimizin en ağırlıklı konusu eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik bir anayasa ise 13 Eylül sabahı kolları sıvadığımızda atacağımız adımları tartışmaya öncelik tanısak...
...Diyeceğim ama bu tozduman da kim dinler, kim işitir, kim kulak asar?..
İyisi mi kendi bildiğimi okuyayım; bana emanet edilmiş şu köşede benim için referandumdan daha önemli konuları tartışmaya çalışayım. Haaa, ben ne yazarsam yazayım, “yorum yaz” kutusu yine “patlıcan”la dolacakmış... Dolsun! Ben bildiğimi okumaya devam edeceğim... Mesela yarın, “Sosyalist sol üstüne kıyıcı sorular” gibi bir Tırmık yazmak niyetindeyim...
* * *
Peki , referandum’da ben ne yapacağım? Tek oyumu verirken mührü nereye basacağım ? Yoksa sandık başına gitmeyecek miyim?
Valla niyetim referandum iki - üç hafta kala, ne yapacağımı okurlarla paylaşmaktı. Ama çeşitli kanallardan üstüme yağan “Söyle oyun ne? Ne diyeceksin? Evetcisin di mi? Yok canım, hayır diyeceksin, ben biliyorum... Boykota gitme de gör başına geleni” yollu uyarı, nasihat, baskı, hatta tehdit yağmurundan, bu bıktırıcı “mahalle baskısı”ndan sonra fikir değiştirdim...
Söylemeyeceğim işte !..
Kih, kih...