22 Mayıs 2020

Mustafa Ekmekçi’ye mektup

23 yıl önce çocuk olanlar bu gün birer yetişkin, birer gazete okuru. Onlara "Mustafa Ekmekçi benim ağabeyimdir, ustamdır. Mesleğimizin övünçlerinden biridir" desem, mümkündür ki "Mustafa Ekmekçi de kimdir ey Aydın Engin" diye soranlar çıkacaktır

Ağabey;

Yazıya oturunca fark ettim. Yokluğunun kederini hiç eksilmeden duyuyorum. Yüreğimde senin yokluğunun sızısı eksilmedi, arttı. Ama artık ölüm yıldönümlerinde sana sulu gözlü mektuplar yazamam.

Bu yazının daha ilk paragrafını tamam etmeden gözlerim sulandı, gözlük silmek zorunda kaldım ama yine de öyle bir mektup yazamam.


Mustafa Ekmekçi

Oturdum, yanlış olmasın diye bir de parmak hesabı yaptım Mustafa abi. Sen aramızdan ayrılalı tastamam 23 yıl geçmiş. Yirmi üç yıl…

23 yıl önce çocuk olanlar bu gün birer yetişkin, birer gazete okuru. Onlara "Mustafa Ekmekçi benim ağabeyimdir, ustamdır. Mesleğimizin övünçlerinden biridir" desem, mümkündür ki "Mustafa Ekmekçi de kimdir ey Aydın Engin" diye soranlar çıkacaktır. Dile kolay ağabey 23 yıl…

Onlara uzun uzun Mustafa Ekmekçi’yi anlatmam mümkün değil ve zaten bir gazete yazısına sığmaz.

"O bir habercidir" deyip çıkacağım işin içinden.

Zaten bu "yazı-mektup" okurlara değil Mustafa ağabeyime yazılıyor…

Ölüm yıldönümünde onu anmak için yazılıyor. 21 Mayıs 1997’de Cumhuriyet Ankara Bürosu'nun kıdemlilerinden Işık Kansu telefon etti, "Mustafa abi…" dedi ötesini getiremedi. Suratım ne hâle gelmiş ki Cumhuriyet yazı işleri masasındaki arkadaşlarım merak ve kaygı ile yüzüme bakıp "Hayrola abi" dediler. Onlara "Mustafa abi... dedim ve ötesini getiremedim.

Bir Frankfurt anısı: Aydın Engin, Sümeyra Çakır, Mustafa Ekmekçi

Önemli yıldönümleri için, tam da o güne denk getirilen yazılardan hoşlanmazdı. Hoşlanmazdı ne söz, nefret eder, yazanların ardından homurdanırdı. "Yeni bir yıl üstüne yazı yazacaksın. Yeni yılın sevincini okurlarla paylaşmaya çalışırsın. Ama bunu yeni yılın ilk gününü yaşamadan, 31 Aralık günü öğleden sonra bir saatte yazar ve akşam olmadan gazeteye yollarsın. Yani duymadığın bir sevinci duymuş gibi yazıya dökersin. Yarınki haber bugünden yazılabilir mi? Bu da öyle işte…" derdi.

Aziz Nesin ve Tahsin Yücel’le birlikte

Usta öğüdü dinledim. Yarının duygularını bugünden yazmamaya özen gösterdim. Tıpkı bu Tırmık gibi.

Ne yani ağabeyim için bir ölüm yıldönümü yazısını 20 Mayıs’ta mı yazaydım? Onu her günkünden farklı, özel olarak 20 Mayıs günü mü anaydım?

Turhan Selçuk’la...

Oysa bu yazıyı yazıp yolladıktan sonra (yani dün, yani 21 Mayıs’ta) akşam çilingir sofrasını kuracak, kocaman bir bardak rakı dolduracak ve onun sevimli bir palavra ile "Hadim usulü rakı bu mezeyle içilir" deyişini anımsayıp kızarmış, ekmek, tuzlu tereyağ, tulum peyniri eşliğinde kocaman bir yudum alıp ağabeyimi, en sevdiğim ustamı anacağım.

Sizlere yeteri kadar Mustafa Ekmekçi’den söz ettim. Artık ağabeyime mektubumu yazabilirim değil mi?

Mainz, 16 Nisan 1988; Fakir Baykurt’la

İlhan Selçuk’la

* * *

Ağabey, kısacak bir mektupta sana medyanın bugünkü halini anlatamam. O yüzden kestirmeden gideceğim.

Hani imam gelmeyince o sırada caminin önünden geçmekte olan Bekri Mustafa’yı kolundan tutup cenaze namazına imam diye dikmişler de, namaz bittikten sonra Bekri Mustafa mussala taşında yatan rahmetlinin kulağına bir şeyler fısıldamış da, cemaat iyice meraklanıp ne dediğini sormuş da, o da "Öteki dünyaya gidiyorsun, orada buranın durumunu soran olur, Bekri Mustafa Yeni Cami’ye nöbetçi imam oldu, cenaze namazı kıldırdı dersin, ötesini anlarlar" demiş ya, benimki de o hesap ağabey…

17 Haziran 1990: Frankfurt’ta, Yeni Ortam gazetesinde birlikte çalıştığı Oya Baydar’la

Hani eskiden satın alınmış gazeteciler vardı. Hemen her gazetede bulunurdu ve bizler de onlardan iğrenir, can acıtıcı esprilerimize katık ederdik.

Artık onlar yok ağabey. Çünkü öyle tek tek gazeteci satın almaya gerek yok.

TBKP davası için 8 Haziran 1988’de Yaşar Kemal (sağda) ve Varlık Özmenek’le birlikte DGM önünde

Hani sen daha sağken Tayyip Erdoğan diye Necmettin Erbakan’ın partisinden biri İstanbul Belediye Başkanlığı'na seçilmişti ya, işte o Erdoğan şimdi Türkiye’nin Cumhurbaşkanı.

Meclisti, bakanlar kuruluydu filan hepsi boş artık Mustafa ağabey, Türkiye’yi tek başına o yönetiyor. Tahmin edemeyeceğin kadar da kurnaz ve becerikli bir siyasetçi.

Medyanın önemini iyi öğrendi ve öğrendiği andan itibaren de öyle tek tek gazeteci satın almak gibi zahmetli yollara girmedi.

'Hint horozu' dediği SHP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ile birlikte

Gazeteciler yerine gazeteleri satın aldı Mustafa abi.

Kamu ihaleleri verdiği iri kıyım müteahhitlere gazeteleri aldırttı. Gazetelerin başına da kendine sadakatta kusur etmeyecek adamlar yerleştirdi ve işi bitirdi. Güvenilir bir hesaba göre basılı medyanın yüzde 94’ü, televizyonların yüzde 95’i artık Erdoğan iktidarının organı…

Biliyorum ağabey, "organ" olarak kurulmuş ya da organa dönüymüş gazeteden de, televizyondan da, radyodan da tiksinirsin. Ama gerçek böyle. Türkiye medyasının büyük, çok çok büyük bir kesimi artık iktidar organı. Evet, evet, Hürriyet, Milliyet, Sabah da dahil bunlara. Geride boyun eğmeyen, biat etmeyen, gazetecilik yapmaya çabalayan bir avuç, ama bir bebek avucu kadar küçük bir avuç gazete ve televizyon kaldı.

24 Mart 1992; "Gazeteci İzzet Kezer’in katilleri bulunsun" talebiyle Başbakan Demirel’i ziyaret

* * *

İşte sana Bekri Mustafa gibi kısa ve fakat anlaşılır bir Türkiye medyası tablosu çizdim ağabey.

Eh medyası böyle olan ülkenin kendisi ne hâldedir, diye sormazsın değil mi? Onu nasıl olsa sen kendin kolayca çıkarırsın.

Gözlerinden, ellerinden hasretle ve saygıyla öperim ağabeyim, ustam…

20 Mart 1974: Yeni Ortam yazarları Uğur Mumcu (sağda) ve Mustafa Ekmekçi, Başbakan Ecevit’le...

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"