Gezisi bitti ama Obama tartışmaları bitmedi. Obama’nın Türkiye gezisi ile ilgili olarak bir kaynağa göre 7.614, bir başka kaynağa göre 6.714 haber, yazı, yorum vb. yayınlanmış...
Bu durumda “Peki hâlâ söylenecek, yazılacak ne kaldı” diye sorulsa yeridir.
Yine de bir şeyler kalmış anlaşılan. İngiliz The Independent gazetesinin yazarlarından, mesleğimizde Ortadoğu uzmanları arasında sayılan Patrick Cocburn, Obama’nın gezisi bağlamında Türkiye’deki laiklik tartışmalarına bir ucundan girmiş.
Tamam, üstad Ortadoğu uzmanı, tamam Türkiye’yi de iyi kötü tanıyan gazetecilerden biri. Ama işte “iyi kötü” tanımak bu ülkenin çok ciddi bir sorununu derinlemesine çözümlemeye (=analiz etmeye) yetmiyor, yetmeyebiliyor.
Cocburn, ABD Başkanı'nın Tophane-i Amire binasında öğrencilerle buluşmasından yola çıkıyor. Gazeteci, Obama’yı dinleyen, ona “akıcı İngilizceleri”yle sorular soran ve aralarında mini etekli kızların da bulunduğu öğrenci grubunun sergilediği görüntünün yanıltıcı olduğu kanısında.
Şöyle yazmış:
“...Obama’ya akıcı İngilizceleriyle soru soran türbansız, mini etekli öğrenciler, modern Türkiye’de laiklerle dinciler arasındaki dengeye dair yanıltıcı bir izlenim veriyor. Gerçek şu ki kırsal kesimde hatta İstanbul’da bile laiklik geriliyor. 20 yıl öncesiyle kıyaslanınca artık sadece birkaç kasap domuz eti satıyor...... Yüksek vergiler ve ruhsat harçları nedeniyle alkollü içki almak zorlaşıyor.....”
İlk bakışta “teşhis” doğru, Cocburn haklı gibi görünüyor. Benim yakın çevremde “Ne güzel yakalamış adam” yollu övgüler bile aldı.
Ama sadece “ilk bakışta”...
Biraz, çok değil biraz derinleştirince elmalarla armutların aynı sepete konduğu, “laiklik” gibi Türkiye’nin en temel sorunlarından biri ile “islami yaşam tarzının dayatılması” ya da “toplumun muhafazakârlaşması” gibi olgular birbirlerinin yerine konmuyor mu ?
Independent yazarı haklı: AKP iktidarında kimilerinin “islami yaşam tarzı”, kimilerinin “muhafazakârlaşma” dedikleri eğilimler yaygınlık kazandı, hızlandı. Independent yazarı haklı, bu eğilimler sadece yaygınlık kazanmakla kalmadı, karşı çıkanları, uymayanları uymaya zorlayan dayatmacı tutum özellikle Anadolu kentlerinde, kasabalarında gitgide azgınlaşmakta.
Ama laiklik tartışması bu ölçütlere indirgenirse kanımca yanlış. “Domuz eti bulmak zorlaştı; alkollü içkiler pahalandı; mini etek giyeni Anadolu’da dövüyorlar” gibi yakınmalar ülkemizin çok temel bir sorununu yalınkatlaştırıyor, sığlaştırıyor...
* * *
Şöyle bir yargıya ne dersiniz?
Dileyen dilediği yaşam tarzını, yaşam değerlerini seçebilir, inançlarına ya da tercihlerine uygun olarak –mesela- giyinebilir, davranabilir, eğlenebilir ama toplum yine de laik bir toplum, o devlet yine de seküler bir devlet olabilir.
Sanırım laisizmi temel olarak “Bir toplumda ortak yaşamanın yasaları kutsal kitap(lar)dan mı kaynaklanacak, yoksa insanlar tarafından mı yapılacak” sorusuna verilen cevapla ölçmek daha doğru.
Yani yaşamımız, hukukumuz, uymak zorunda olacağımız ve uyulmasını isteyeceğimiz yasa ve kurallar semavi (=göksel) yasa ve kurallara mı dayanacak, dünyevi yasa ve kurallara mı ?
İlki geçerliyse tartışamayız, uymaya zorunlu oluruz ve istesek bile değiştiremeyiz. İkincisi ise yasalar ve kurallar işe yaradıkları sürece geçerli olur; toplumun isteklerine, ihtiyaçlarına cevap vermekte yetersiz kalıyorlarsa değiştirilir; olmadı kaldırıp atılırlar.
* * *
Yukarıdaki satırlar “Eh, hamdolsun bizim yasalarımız insan yapısıdır. Uyulacak kurallar da öyle...” deyip kof bir iyimserlik yaymak için yazılmadı.
Tam tersine bugün Türkiye’de laikliğin ve seküler devlet yapısının sahiden tehlikede olduğunu göstermeyi amaçlıyor.
AKP bal gibi “siyasal islam” olarak tanımlanan bir örgütlenmedir. Yurttaşların yaşam biçimlerine, tercihlerine yönelen zorbaca dayatmalar karşısında yurttaşların hukukunu koruması gereken devlet erki, AKP’nin elinde yurttaşlara bu güveni vermekten çok uzak. Tersine bu tür dayatmalara göz yumulmakta, kimi yerlerde özendirilmekte. Kendi inançlarını ve yaşam değerlerini başkalarına dayatmakta çekince ve sakınca görmeyen kişiler ve güçler sırtlarını kendilerine karşı çıkmayacak bir siyasal güce dayamanın rahatlığı ve şımarıklığı içindeler.
Sorun mini etek, türban itiş kakışının ötesindedir ve ciddidir. Mini etekliyle türbanlının, şarabın tadından vazgeçmeyenle ağzına zemzem suyundan başka sıvı değdirmeyenin bir arada yaşayabilmesi ancak devletin seküler, devletin dizginlerini elinde tutan siyasal iktidarın da laik ve demokrat olmasıyla mümkün.
Şu anda Türkiye, laikliği bir din haline getirerek “halka rağmen” bir çözüm arayanlarla laikliği “kitabına” uydurmak için adımlar atanlar arasında sıkıştı kaldı.
Bu taraflardan birinin yanında niye yer alalım ki?
Veba ile kolera arasında sıkışmayı reddediyorum.
Ben doktordan yanayım.