Bizim ileşitim fakültelerinde sözü ediliyor mu bilmiyorum, ama Almanya’da gazetecilik eğitimi veren üniversite ve yüksek okullarda “medya ahlâkı” derslerinde mutlaka anlatılır.
Ünlü otomobil devi Ford bir film yapım şirketine “Ülkemizi Tanıyalım” konulu bir belgesel ısmarlamış. Parayı bastırmış ve sahiden de pek güzel bir belgesel çıkmış ortaya. Seyircileri TV başına kilitleyen bir belgesel. Ülkenin kentlerini ayrıntılarıyla, güzellikleriyle ve simgeleşmiş binalarıyla tanıtıyormuş...
Sıra New York’a gelmiş. Yine mükemmel bir çekim. New York’un bütün güzellikleri, özellikleri, simgeleri TV ekranından evlere taşınıyor.
Bir farkla; küçücük bir farkla...
Parayı bastırıp belgeseli hazırlatan Ford ya, belgeselde rakip otomobil üreticisi Chrysler’in New York’un sembol binalarından olan ünlü Chrysler Tower’ı yok. O koca binanın yerine içinde çocukların koşuştuğu, sincapların daldan dala atladığı güzel mi güzel bir park var.
Kapitalist rekabetin acımasız kuralları gerçeği yok etmişti.
* * *
Eger bir gün Türkiye’nin iletişim fakültelerinde, “medya ahlâkı” derslerinde gerçeğin yok edilmesi, gerçeğin saptırılması, gerçeği gizlenmesi gibi konular enine boyuna ele alınır ve bunun sadece bir ahlâk sorunu değil insanların haber alma, gerçeği öğrenme hakkını çiğneme suçu olduğu anlatılırsa, bence taa Amerika’ya kadtar uzanıp Chrysler Tower öyküsünü örnek göstermeye gerek yok.
Onun yerine 2011 Türkiye’sinde 12 Haziran genel seçimleri kampanyasının küçücük bir kesitini aktarmak yeter. Yeter de artar bile...
Açıklayayım:
Bu seçim kampanyasının en kritik, en ilgi odağı olan kentlerinden (eğer birincisi değilse) biri Diyarbakır’dı. Nitekim dokuz yıl aradan sonra Mayıs ayının son günü Diyarbakır’da alana çıkan CHP’nin mitingi hemen bütün haber kanallarınca canlı yayınlandı. Medyanın ağır topları sırf o miting için Diyarbakır’a gittiler; miting öncesinden ve sonrasından gözlemlerini seyircilerle, okurlarla, dinleyicilerle paylaştılar.
Ertesi gün sıra AKP’de, yani Tayyip Erdoğan’daydı. TV haber kanallarının tümü yine canlı yayına geçti. Yazılı medyanın habercileri, yorumcuları, ağır topları yine Diyarbakır’daydılar. Hem AKP mitingini gözlediler, izlediler, yorumladılar hem de bir gün önceki CHP mitingi ile karşılaştırdılar. Hangisi daha kalabalıktı; hangisi daha canlıydı; liderlerden hangisi daha etkiliydi; hangisi daha şeydi, falan filan...
4 Haziran’da ise ağırlığını BDP’nin taşıdığı, baraj duvarını aşmak için “Emek, Demokrasi, Özgürlük Platformu”nda buluşup seçime bağımsız katılan milletvekili adaylarının mitingi vardı. Kestirmeden gidip “BDP mitingi” vardı diyebiliriz.
Var mıydı?
Böyle bir miting yapıldı mı?
4 Haziran’da Diyarbakır’da son yerel seçimlerde oyların yüzde 65,6’sını (AKP yüzde 31,3. Öteki tüm partiler binde bilmem kaç) alan BDP’li adayların Diyarbakır’da mitingi var mıydı?
Eğer Diyarbakır’da değilseniz yoktu.
Televizyonlarda mı?
Haber bültenlerinde arka sıralara sıkıştırılmış bir kaç saniyelik görüntüleri saymazsanız (ki saymayın) yoktu.
Dert etmeyin; kafanızı takmayın.
Medya öyle dediyse öyledir; olmadı dediyse olmamıştır; yok dediyse yoktur.
Hem zaten New York kentinde Chrysler Tower diye kentin simgesi olmuş bir kule de yoktur...