Düştüm. Kötü yola değil, betona. Ama öyle ayağı kayıp düşmek değil; bir buçuk metreden mermi gibi indim ve betonla çarpıştım. Betona bir şey olmadı. Benim belkemik ise epey hasar gördü.
Altlardaki omurlardan biri kırıldı.
Bayıldım. Ayıldığımda canım o kadar yanıyordu ki “Acaba ne yaparsam yine bayılırım” diye düşündüm.
Sonra ambulans. Ambulansın sert sedyesinde kıvrana kıvrana hastane. Acil serviste ambulans sedyesinden acıdan naralar atarak hastane sedyesine aktarıldım; oradan da önce röntgen cihazının altındaki sert sedyeye... Röntgen işkencesi bitti ama sonuç doktoru kesmedi. Yine sedye ve ardından MR (manyetik rezonans) sedyesine ve tabii yine naralar eşliğinde...
MR sedyesinden tekerlekli sedyeye ve doktorun odasına. Doktor filmleri ışığa tutup baktı, başını anlamadığım bir şeyler söyledi: “...omur kırılmış ama ayrılmamış...”
Acıdan kıvranırken söylenenleri bulanık anlıyorum. Parça buçuk anladıklarım: ”Total felç... Kısmi felç, mesela sol taraf... Kaynayacak ama epey sürecek...”
Sanki bana “Bu üçünden birini seç” demiş gibi geldi. Korkudan dilim tutuldu.
Zalim, üstelik güzel bir hemşire kaba etlerime bir şey sapladı. Sonradan öğrendim, çok ağır bir ağrı kesici ve tabii çok ağır bir uyuşturucu imiş. Voltaren gibi bir şeyler dendiğini hatırlıyorum. Bir de doktorun “Şansınız var. Omur kırılmış ama ayrılmamış. Kaynayacak” dediğini. Uyuşturucu hükmünü yürütmeye başlamış olacak ki sevinemedim bile... Asansörle çıkarıldığım hastane odasında sedyeden yatağa aktarıldığımı galiba hatırlamıyorum. Uyumuşum...
Ertesi gün beni deli gömleğinden beter bir çelik korsenin içine hapsettiler ve eve yolladılar. Ev dediğim yataktan ibaret. Kımıldamadan, mümkünse sağa sola dönmeden yat. Sabah akşam ağrı kesici, kas gevşetici haplar yut. Yemek yemek, çiş yapmak, kolun uyuştuysa sağdan sola dönmek işkence demek. En iyisi yememek, çiş yapmamak ve sağa sola dönmemek. Ben de öyle yaptım.
Bugün 18. gün.
İki gün önce doktora götürüldüm. “Şansınız var. Ameliyata gerek kalmadı. Kemik kaynamaya başladı. Ama daha on beş gün böyle devam edeceksiniz” dedi. “Ağrılar..” diyecek oldum; tınmadı bile “Bir süre daha devam edecek. Ama hafifleyerek. Büyük geçmiş olsun. Artık günde kısa sürelerle bilgisayar başına geçebilir, oturabilir, hatta ev içinde bir kaç adım atabilirsiniz” dedi ve ekledi “Tabii her zaman korseyle...”
Bu iş bitsin, ben şu korse denen belayı makasla, olmazsa bıçakla, o da olmazsa ellerimle paramparça edip cezalandırmazsam bana da...
* * *
Lisede öğrenciyken, okulu kırdığımız günlere ilişkin babamızdan “mazeret tezkeresi” denen bir imzalı kağıt getirmemiz istenirdi. “Velisi bulunduğum Aydın Engin hasta olduğundan okula gelememiştir” filan gibi bir yazı. Babamın imzasını, onu bile şaşırtan bir hünerle taklit ettiğimden hiç sıkıntı çekmezdim.
18 gündür yoktum. T24’teki “devamsızlığım” ile ilgili “mazeret tezkerem” yukarıda yazdığım gibidir ve bu defa imza babamın değil bizzat benim...
Geçmiş olsun dileklerini ileten okurlara topluca teşekkür ederim. Yeni bir mazeret tezkeresine ihtiyaç kalmayacağını umuyorum. Yani yine ve yeniden haftada beş gün birlikteyiz. Zalim “yorum yaz”arları şimdiden kılıçlarını bileyebilirler...
Doktor bilgisayar başına oturabileceğimi ama çok da fazla oturmamamı öğütlemişti. O yüzden uzun bir aradan sonraki ilk Tırmık burada bitsin.
Bugün yatak dışında geçireceğim geri kalan zamanı memlekette ne olup ne bitmişi anlamaya ayıracağım. Eğer “anlayabilirsem” tırmıklarım...
Yani...
Şimdilik hoşbuldum...