Yok beyim, yok; bu memlekette, hele gazeteciysen, hele hele günlük yazı yazıyorsan iki üç günlüğüne bile, grip, nezle gibi hafifinden de olsa hasta olmayacaksın...
Yazmaya karar verdiğin, kafanda biçimini, içeriğini tasarladığın, sadece oturup bilgisayar tuşlarına yumulmak kalmış bir konuyu hemen kapıverirler. Hele genç kuşağın zalim gazetecileri hiç acımazlar...
Alın işte: Şu, IMF Başkanına fırlatılan ayakkabı konusu. Ayakkabı adamı ıskaladı ama aslında hedefine ulaştı. Ardından da o çok bildik, taaa soğuk savaş döneminden kalma “antikomünist histeri” zincirlerinden boşanıverdi. Medya prensleri, prensesleri öyle yazılar döktürdüler ki bir ara “Sakın bu IMF bizim bildiğimiz kara ünlü Dünya finans jandarması değil de, yakışıklı bir delikanlı yada alımlı bir dilber olmasın” evhamına bile kapıldım. Çünkü ayakkabı fırlatma eylemi üstüne yazılar döktürenler sanki IMF’ye aşıktılar ve ona saldıran kötü çocukla dalga geçmek için kolları sıvamışlardı...
“Şunları tırmıklamak ne kadar keyifli olacak” diye düşündüm. Hatta yazıyı kafamda bitirdim bile... Gel gör ki Cem Dizdar adlı kötü yetişmiş sokak çocuğu olduğu yazılarından ve tuttuğu takımdan belli bir zat işi bitirmiş; T24 sayfalarında söylenmesi gerekeni kıskanılacak bir hünerle söyleyivermişti. Bana da kafamdaki güzelim Tırmık’ı kafamdaki çöp sepetine atmak kaldı...
* * *
Kadere razı oldum; ayakkabı fırlatma eylemi gibi keyifli bir konuyu bir yana bıraktım. Tutup IMF-Dünya Bankası elebaşılarının katıldığı İstanbul’daki toplantıyı ele alıp, yıllar yılı muhtaç ülkelere kredi verme, ekonomileri rayına sokma kılıfı altında, uluslararası tefecilerin (banka, fon, kurum, kişi farketmez. Tefeci tefecidir) verdikleri krediyi geri almalarını sağlama bağlamak için borç alan ülkelere acı (zehir acısı) reçeteler yutturanlara bir güzel giydirmeye karar verdim.
Heyhat ! Bunca yıllık arkadaşım Mete Çubukçu, hastalığımı fırsat bilip “IMF’den Çok IMF’ci Olanlar” başlığı altında bir yazı döktürüverdi.
Yetmedi bizim T24’ün ekonomi alimi H. Bader Arslan, hem de toplantı salonunun içinden, yani adamların sadece seslerini duyarak değil, yüzlerini, mimiklerini, kaş çatmalarını, dudak büzmelerini filan da görerek sıcak gözlemlerini köşesine taşıyıverdi...
E bu durumda IMF üstüne ekonomi cahili fukara ben ne yazabilirim ki ? Yani onu da attık çöpe...
* * *
Durun daha bitmedi. Hani şimdilerde “köşe yazarı” denen tayfada yeni bir yazı tarzı belirdi. Beğendiklerini - beğenmediklerini, öveceklerini - döveceklerini, günah işleyenleri – sevaba girenleri madde madde yazıyorlar ya...
Ben de öyle bir Tırmık yazmaya niyetliydim. “İnenler –Çıkanlar” ya da “Sınıfı Geçti – Sınıfta Çaktı” gibi bir başlık altında matrak bir Tırmık yazacaktım...
O da kursağımda kaldı. Gülüşünde bile “Şimdi ben seni bir güzel oyarım” tehdidi T24’deki fotoğrafında apaçık gözlenen Çiğdem Anad nam güzel meslektaşım “Gündem kahramanlarına Karne” verdi. O yazının üstüne ne yazsam, okurlar “Aaaa, Aydın Engin’e bakın, Çiğdem Anad’tan kopya çekmiş” diyeceklerdi...
Mecburen o güzelim(!) Tırmık adayı da çöpe gitti.
Yani bir yandan nezle-grip ile boğuş, bir yandan mesleğin bu kötü kalpli yeni yetmeleri ile yarış...
Olacak iş değil yani...
* * *
İnanmayacaksınız ama başıma gelenler bu kadarla da kalmadı.
Bari geçen hafta sonu nezle-grip yatağında kaykılıp ekranlardan izlediğim AKP kongresini dilime dolayıp tırmıklayayım dedim.
AKP’de kongre olmadığını, Tayyip Erdoğan’ın konuşup, sonra da salondaki delegelere “Sen, sen ve sen Merkez Yürütme Kurulu’ndasınız. Sen ve sen Yönetim Kurulu üyeliği ile yetineceksiniz. Seni ve seni ve seni de Disiplin Kurulu üyesi yaptım” tebligatı uyarınca delegelerin (delegeler mi?) ellerine tutuşturulan pusulaları sandığa attıklarını tırmıklayacaktım. Sonra da bunu eleştirenlere dönüp “Niye AKP’ye yükleniyorsunuz ? Bütün siyasi partilerde aynı kurallar geçerli değil mi” diye soracaktım. Herbiri sola ölümüne düşman olan bu partilerin yönetimlerinin, çelik disiplinli Leninci Parti modelinin bile göze alamayacağı kadar otoriter birer tüzükle partiyi kendi ellerinde tuttukları, partililerin parti içindeki konumunu iki dudaklarının arasına kilitlediklerini vurgulayıp zalim bir eleştiri döktürecektim...
Gerçi aynı konuyu Tarhan Erdem ağabeyim de kendi yaşam deneyimleri ile zenginleştirip yazmıştı ama o yazı Radikal’de çıkmıştı. Eh T24 okurları aynı zamanda ille de Radikal okuru olacak değil ya... O konuyu işleyebilirim... sandım.
Bizim bu e-gazetenin komutanı Doğan Akın tutup Tarhan Erdem’in yazısını olduğu gibi t24’e aktarmasın mı ?
* * *
Sonuç: Geçmekte olan nezle-gribimi bir kaç gün daha uzatmaya karar verdim.
Yani ben yine yatağa gideyim; siz de T24’deki rakiplerimin yazılarına gidin...