05 Nisan 2009

Küreselleşen Sermayenin Değirmenine Su Taşımak

Küreselleşmiş sermayenin saldırılarına karşı direniş tercihi “milli” mi olmalı “küresel” mi?

Üç pazardır süren bu pehlivan tefrikasından beter “milliyetçilik dizisi”nden sıkıldınız mı?
Valla ben yanımda, yöremde, sağımda, solumda (evet, hatta solumda) kolgezen milliyetçi yönelimlerden daha çok sıkıldım.
Mesela Kıbrıs mı dendi?
Milliyetçi dalgaya kendini kaptıranlar, üstelik kendine milliyetçilik gibi berbat bir ideolojiyi (=dünya görüşünü) yakıştırmaksızın başlıyorlar:
- Kıbrıs’ta ‘ver kurtul’cular ya Enosis’e hizmet ediyorlar ya ABD ve İngiliz emperyalizminin “yüzmeyen bir uçak gemisine” sahip olabilmeleri için Kıbrıs’ı peşkeş çekiyorlar...
Haydaaaa... Buyur burdan yak!..
Sanki Kıbrıs’ta zaten iki büyük İngiliz askeri üssü yok; Kıbrıs’ta Yunan milliyetçiliği zaten en azgın siyasal manevralarla Enosis düşünü diri tutma peşinde değil...
Böyle kükreyen milliyetçi-ulusalcı tayfaya “Kıbrıs kimin ki vermeyi yada vermemeyi tartışıyorsunuz” diye sorsan ne diyecekler?
Acaba Kıbrıs’ın geleceği üstüne karar verme hakkını Ada’dan Ankara ya da Atina’ya taşıyanlar hangi “devrimci çıkarlara” hizmet etmekteler?
Haydi Kıbrıs’ı geçelim. Kürt sorununa gelelim.
Bugün Türkiye’deki Kürtler arasında milliyetçilik rüzgarlarının pek güçlü estiği inkâr edilebilir mi ?
ABD’nin Irak’ı işgal etmeye hazırlandığı ve işgal etmeye başladığı günlerde bütün dünyada işgale karşı muazzam bir barış hareketi patladığında pek çok Kürt aydınının (evet aydınının da) ve örgütünün barış hareketine katılmaya yanaşmadığını, “Saddam’ın devrilmesi lazım. Bunu ABD şeytanından başka yapacak güç yoksa, varsın o yapsın” mazeretinin ardına saklanarak, aslında bu kargaşada bir “Kürt ulus-devleti” kurulabilir hesabına bel bağladıkları bilinmeyen bir gerçek mi?
“Barış mı, bir ulus-devlet mi öncelik ve ağırlık taşır” gibi vicdani (buradaki anlamıyla: Etik) bir soruyu bir yana koyalım. Doğrudan sorunun özünü tartışalım:
21. yüzyılda bir “milli devlet” kurmak için çabalamak, bu hedefi öncelemek ilerici bir tercih midir?
Küreselleşen sermayenin karşısına ulus-devletlerin duvarları ardına çekilerek, sosyalist özü boşaltılmış bir anti-emperyalist söylem (=diskur) tutturarak mı çıkılacak?
Küreselleşmiş sermayenin acımasız saldırılarına karşı “milli bir direniş” mi yeğlenecek yoksa “küresel bir direniş” mi ?
Omuzdaşlaşılacak, güçlerin birleştirileceği toplum kesimleri seçilirken “milli” ögelere bakıp toprak ağası ile, sermayedarı ile, küçük burjuvası ile birlikte olmak mı seçilecek, yoksa...
Yoksa Puerto Allegre’de, Seattle’de, İstanbul’da, Bombay’da, Paris’te, Prag’da, Londra’da, Madrid’te, Roma’da, Atina’da alanları dolduran, “Daha iyi, daha adil bir dünya mümkün” diye haykıran yeryüzünün ilerici, çoğu anti-kapitalist, hepsi yeni dünya düzenine kafa tutmayı seçmiş yürekli insanlarıyla mı ?
“Milli” yani “ulusal” duyguları pek güçlü kimileri “Avrupa Birliği, Türkiye’yi yutmak isteyen bir emperyalist güçtür. Türkiye zinhar AB’ye girmemelidir” diye fetva üstüne fetva veriyorlar. Bugün bir “Şirketler Avrupası” kurmakta olan AB elebaşılarının önüne kesip “Emeğin Avrupası”nı yaratacak Alman, Fransız, İtalyan, Yunan, Polonyalı, Macar, Çek, Hollandalı, Belçikalı, Romanyalı, Portekizli, Bulgar, İspanyol emekçiler, aydınlar, demokratlar sosyalistler, komünistler çabalarken tribünde oturup izlemek ve onlar başardıktan sonra “Tamam şimdi böyle bir AB’ye gireriz” demek ne kadar onurlu ? O çorbada bizim de, biz Türkiye sosyalistlerinin, komünistlerinin, ilericilerinin, emekçilerinin, demokratlarının da tuzunun bulunması onur verici değil mi ?
* * *
Üç haftadır milliyetçilik’e ayrılan “Arşiv-Tırmık’larda özetle “Milliyetçilik ayrıştırıcı bir eksendir” dendi. “Bu ayrışmada nerede durulursa ne olur, kimin ve neyin değirmenine su taşınır” sorusuna yanıt arandı.
Bu satırların yazarı hiç duraksamaksızın safını seçenlerdendir. Küreselleşen sermayeye karşı yeryüzünün bütün ilerici, barışçı güçleriyle omuz omuza vermekten yanadır. Milli olanın sınırları içine hapsolunmasına kesinlikle karşıdır. Küresel sermayeye karşı çıktığını sanırken onun değirmenine su taşıyan milliyetçi çizgilere, Türk de olsa, Kürt de olsa, Yunanlı da olsa, Amerikalı, İngiliz, Portekizli, Alman, Çinli, Koreli, Hintli de olsa en ufak bir yakınlık duymamaktadır.
Küresel sermayeye karşı ancak küresel ölçekte bir direnişle karşı çıkılabilir; onu yenebilecek güç, o ölçekte bir kenetlemenin saflarından çıkar.
Haydi bitirelim:
Milliyetçilik bir zamanlar ilerici, devrimci bir ideoloji idi.
İdi.
Artık değil...

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"