Anlaşıldı.
Dünya, Kobani’nin IŞİD’in eline geçmesine seyirci kalacak.
Dünya derken kuşkusuz Papua-Yeni Gine’den, Etyopya’dan, Andorra ya da Monako prensliliklerinden söz etmiyorum.
Görünen ne?
ABD ile Türkiye pazarlığa oturmuş. Türkiye, ABD önderliğindeki koalisyon güçleri IŞİD’in yanısıra Suriye’deki Baas rejimi de hedef almazsa parmağını kımıldatmayacağını belirtiyor. Ben değil daha dün Cumhurbaşkanı Erdoğan açık açık söyledi:
“Şu anda Kobani de düştü, düşüyor. Üç şey istedik. Bir, uçuşa yasak bölge ilan edilmesi lazım. İki, o bölgeye paralel güvenli bölge ilan edilmesi lazım. Ve eğit donat anlayışıyla Suriye'de ve Irak'ta orada ılımlı muhalif kesimin hem eğitilmesi hem donatılması lazım.
Önceki gün Başbakan Davutoğlu CNN International’de belirtti:
“Tüm müttefiklerimizden resmi olarak Suriye'deki rejime karşı çok daha sert bir siyaset izlemelerini istedik. Çünkü bu mezhep siyasetleri, IŞİD tarafından kullanılan bir boşluk oluşturdu. İşte bu yüzden bugün Kobani'de IŞİD'i cezalandırmak ancak bir sonraki adımı belirlememek gelecekte daha büyük sorun çıkarabilir.”
Davutoğlu’nun bir sonraki adım dediği belli: “IŞİD’in ardından Suriye rejimini de güç kullanarak yıkalım”.
Cevap, Beyaz Saray sözcüsü Psaki’den geldi. Ona gazeteciler, Davutoğlu’nun "ABD'nin Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ı hedef alması halinde Suriye'ye kara birlikleri gönderebiliriz" dediğini hatırlattılar. Psaki duraksamadan cevap verdi:
"Bizim pozisyonumuz değişmedi. IŞİD'e odaklanmış durumdayız"
Başka?
Emirlik, sultanlık, krallık, her ne haltsa Arap ülkelerinden “Tısss” yok.
İngiltere, Almanya, Fransa ABD’nin ağzının içine bakıyor ve bekliyorlar.
Barzani, “Kobani düşer, Rojava’daki kantonlar arası ilişki tümüyle kesilir, Rojava çökerse, ben de şu Rojava belasından kurtulur; Kürt ulus-devletimi kurar, Musul ve belki de Kerkük petrollerinin üstüne oturur; biricik kardeşim Tayyip Erdoğan’la kolkola, petrolü Ceyhan’dan dünyaya dağıtır; çubuğumu yakar, keyfime bakarım” hesaplarıyla burnunun dibindeki korkunç saldırıyı tribünlerden seyrediyor.
Başka?
Daha 1991 Ocak’ındaki Birinci Körfez savaşı arifesinde, Genel Kurul’dan istediği kararı çıkaramayacağını gören ABD’nin, İngiltere, Fransa, Suudi Arabistan, Suriye, Mısır'ın da aralarında bulunduğu 34 ülkeyi yamacına alıp “Uluslararası Toplum” gibi ne olduğu, başı sonu, kıçı belli olmayan bir koalisyon ile Saddam’ın üstüne çullandığında işi bitmiş, hiçbir yaptırım gücü kalmamış, yani cenaze namazı kılınmış Birleşmiş Milletler, “Ben de varım, ben de varım” çırpınışları içinde Genel sekreterini konuşturdu. Ban Ki-moon, IŞİD’in Suriye ve Irak’ta ele geçirdiği bölgelerdeki insan hakları ve uluslararası insani hukuk ihlallerine dikkat çekti. Kobani için müdahale imkânı olan güçlere acil eylem çağrısında bulundu. Eh, herhalde “müdahale imkanı olan güçler” de “Amanın, BM Genel Sekreteri çağrı yaptı, hemen harekete geçelim” filan diyeceklerdir.
* * *
O sırada…
O sırada Kobani’de bir PYG savaşçısı daha vurulup düşecek; bir Kürt gelini daha kanlar içindeki kocasının başında ağıt yakacak; bir bebek daha bir IŞİD tankının altında ezilecek; IŞİD çetesinden bir katil Kobani’de bir evin daha tepesine Peygamber mührü taşıyan kara IŞİD bayrağını dikecek; haberciler “Kuşatmanın 24. gününde Kobani’de şiddetli çarpışmalar sürüyor”dan ibaret haberlerini geçecekler…
Ben bu filmi yıllar önce Kosova’da yaşayarak seyrettim.
Bir uçak gürültüsü duyunca “Nihayet NATO uçakları geldi” umuduyla gökyüzüne bakan Arnavutların üstüne, tepelere konuşlanmış Sırp birlikleri havan mermileri yağdırıyordu…
O sırada Kosova köy ve kasabalarında bir UÇK savaşçısı daha vurulup düşüyor; bir Arnavut gelini daha kanlar içindeki kocasının başında ağıt yakıyor; bir bebek daha bir Sırp tanklarının altında eziliyor; ırkçı-milliyetçi Sırplardan bir katil Kosova ovasında bir evin daha tepesine Sırp bayrağını dikiyor; haberciler de “Sırp kuşatmasının sürdüğü Kosova’da bugün de şiddetli çarpışmalar sürüyor”dan ibaret haberlerini geçiyorlardı.
O sırada…
ABD ve AB dışişleri bakanları ardarda toplantılar yapıyor ve “Müdahale edelim. Ama sonra bir ABD üssü kuracağız… Ama siz zaten Makedonya’da bir üs kurdunuz, buna ne gerek var… Tamam ama Rusya toparlanıyor, zaten Sırpları destekliyor, Avrupa’nın güvenliği için öncelikle… Peki desteğimizle Sırplar püskürtülürse bizim ülkemize Arnavut göçü başlarsa bu yükü kim taşıyacak… Biz maddi yardım yaparız… Kaç dolarlık yardım düşünürsünüz peki…” diye uzayıp giden pazarlıkları içindeydiler.
Ben bu filmi yıllar önce Saraybosna’da yaşayarak seyrettim.
Kente hakim, karlar içindeki tepelere, kar giysileri ile uzanıp görünmez olmuş Sırp keskin nişancılar, Saraybosna’nın içine, çarşısına, sokağına, meydanına, caddesine, parkına, çocuk bahçesine ölüm yağdırıyorlardı.
O sırada Saraybosna’da, kentini ve kendini savunan bir Boşnak savaşçı daha vurulup düşüyor; bir Boşnak gelin daha kanlar içindeki kocasının başında ağıt yakıyor; bir bebek daha bir Sırp tankının altında eziliyor; ırkçı-milliyetçi Sırplardan bir katil Saraybosna çevresindeki bir köyün en yüksek evine bir Sırp bayrağını daha dikiyor; haberciler de “Sırp kuşatmasının sürdüğü Saraybosna’da bugün de şiddetli çarpışmalar sürüyor”dan ibaret haberlerini geçiyorlardı.
O sırada…
ABD ve AB Dışişleri bakanları Paris yakınlarındaki Rambouillet şatosunun bahçesinde, bakımlı, gözalıcı çimlerin üstünde bir yandan pahalı Fransız konyakları yudumlayıp, bir yandan da…
* * *
Yazıya devam etmek istemiyorum.
Bugünkü Tırmık burada bitsin…