21 Aralık 2010

Kırmızı Benekli Alabalıklar

... Biraz geriye gidelim. 25 Kasım Perşembe akşamı, ülkenin ağır gündeminden içimin karardığı bir günün akşamında...

Bayat bir tırmık okuyacaksınız. Üç gün daha  beklersem  tam bir ay bayatlamış bir Tırmık...
Bayat dediysem, yazılmış da yayın gününü bekleyen bir yazıdan değil, yazılması gerektiği halde, KCK davasıydı, CHP Kurultayıydı, polisin öğrencilere yönelik vahşi saldırısıydı derken ha bire ertelenmiş, ötelenmiş bir Tırmık’tan söz ediyorum. O yüzden bayat.
Siz dilerseniz okumaktan vazgeçip T24’ün öteki sayfa ve yazılarına geçin. Ama ben bu yazıyı ille de yazacağım.

*    *    *

Biraz geriye gidelim. 25 Kasım Perşembe akşamı, ülkenin ağır gündeminden içimin karardığı bir günün akşamında oturup yazı yazmak yerine konsere gittim. Borusan Filarmoni Orkestrasının konserine. Programın ağırlığı Chopin üstüneydi ve deha düzeyinde bir piyanist,  Emre Alivar çalacaktı. Günün boğuntusunu Chopin’in kederli müziği ile göğüslemek istedim.
Konser başlamadan, konser salonunun  dış kapısı önünde pipomdan  bir iki soluk daha çekerken  “Borusan Aksu’dan defol” sloganları arasında, kadınlı erkekli bir grup genç konser salonuna akmakta olan ve çoğunluğu seçkin, beyaz Türklerden oluşan kalabalığa  Çoruh’un aktığı Aksu vadisinde yapılmakta olan Hidroelektrik Santral (Hani HES diye kısaltılıyor) inşaatının doğayı nasıl tahrip ettiğini anlatmaya başladılar. 
Tam olarak ne olduğunu bilmediğim bir konuydu. O yüzden belki o gösteriyi yapan gençlerin arasına karışmazdım; eğer seçkin beyaz Türkler’in genç göstericilere yönelik hiç de dostça olmayan, hatta yer yer “Bunlar da ne böyle” dercesine nefret pırıltıları sezilen bakışlarını görmeseydim... 
Sessizce gençlerin kalabalığının ardına geçtim. Gençliğimi hatırlayıp bir kaç kez sloganlara da katıldım. Elime bildiri tutuşturmak isteyen iri kara gözlü, gencecik bir kadın benim de göstericilere katıldığımı görünce az şaşkın, çok sevinçli omuzuma dokundu. Sarılıp öpse daha sıcak bir duygu akışı oluşmazdı. Öyle içten bir dokunuş...

*    *    *

Gösteri bitti. Konser salonuna girdim ve Chopin dinledim. İyi geldi. Kararmış yüreğimde az da olsa bir ferahlıkla eve döndüm. Cebimde gençlerin dağıttığı el kadar bildiri... Bildiri’nin altına adresi konmuş  www.aksuvadisi.org sitesine girdim (Vakit ayırın ve sizde o sitede bir gezinin e mi!)
Aksu vadisinin yok edilmesine karşı ayağa kalkanlar konuşuyor:  
“Aksu vadisini yerle bir eden Borusan, sanata verdiği sözde önemi ne yazık ki yaşama vermiyor. Suyumuzu, toprağımızı canlı yaşamını yok etmekte bir an olsun tereddüt etmiyor. Gitmeli ve görmelisiniz! Aksu Vadisi'nin ağaçları, coşkun Çoruh ve kırmızı benekli alabalıklar can çekişiyor”.
Bir başka çevre eylemcisi, Aksu Vadisi Koruma ve Yaşatma Derneği Başkanı Yakup Kaplan konuşuyor:
“HES için inşa edilen tünellerden çıkan on binlerce ton moloz dere yatağına döküldü. Bu molozla önce dere yatağında herkesin ortak kullanımındaki ceviz, meyve ağaçları, meralar ve canlı yaşamı son buldu. Bunu kırmızı benekli alabalıkların ve su samurlarının ölümü izledi. Yasadışı yürüyen bu inşaatlar bitmedikçe sıra diğer canlılara ve bize gelecek. Santraller bittiğinde suyumuz yatağından akmak yerine kilometrelerce uzunluğundaki tünellerle başka yerlere taşınacak. Bu da buradaki insan yaşamıyla birlikte boz ayıdan vaşağa, yaban horozundan dağ keçisine diğer tüm canlıların da yok olması anlamına geliyor...
Bir başka Aksu köylüsü anlatıyor:
“Arkadaşlar bunlar bize çok çektirdiler. Aksu'yu delik deşik etmeleri yetmedi... Kevgiri bilir misiniz? Kevgire çevirdiler. Yolu genişletiyoruz diye mezarlıkları altüst ettiler, kemikleri toplayıp dolgu malzemesi olarak kullandılar. Köylünün bağı, bahçesi, mahsulü balçıkla sıvandı. Suyla taşınan tünel inşaatı atıkları tarım yapılan tarla zeminlerinde kalın beton tabakaları oluşturdu.
Mahsul daha ışığı göremeden kurudu. Tünellerden çıkan kimyasal atıkları borularla Aksu çayına akıttılar, Aksu'nun tam kalbine. Uyardık, tepki gösterdik. Balıklar zehirlenecek dedik, zehirlenip öldüler. Taş kırma makinesinin olduğu dönemde gökyüzü tozdan görünmüyordu, Nisan'da çamur yağdı tepemize. Tünelden çıkardıkları hafriyatı vadi tabanına boşalttıkları gibi asırlık ceviz ağaçları kepçelerle köklediler.
Şimdi de yüksek gerilim ile cebeleşiyoruz. Başımıza gerilim ağını örmeye başladılar bile. Biliyor musunuz, Aksu'da çocuklar dinamit sesleri altında, kafalarında kaskla okula gidiyorlar..."

*    *    *

Meslek refleksi. “Acaba bu iddialara Borusan ne diyor” sorusuna cevap aradım. Borusan www.iyienerji.net diye bir site oluşturmuş. Girdim, onu da dikkatle okudum.
Lafı gevelemeyeceğim: Beni kesmedi. Köylülerin, çevreci aktivistlerin söylediklerini reddetmeden, “Düzeldi, düzeliyor, düzelteceğiz” anlamında bir savunu içindeler...
Hani iğneden korkan çocuğu yatıştırmak isteyen hemşire “Korkma canım, hiç acıtmayacak” der ya, adeta öyle... Ama benim bildiğim iğne ete saplanınca acıtır...
Ben çocukların okula giderken kafalarına kask takmak zorunda kalmayacakları; kırmızı benekli alabalıkların zehirlenip ölmedikleri, sadece insanların değil boz ayının vaşağın, yaban horozunun, dağ keçisinin de uyum içinde yaşayabileceği bir doğadan yanayım. 15 bilemedin 20 yıl sonra ömrünü tamamlayacak, ama kendi ölmeden çok önce, daha doğumu sırasında doğayı öldüren HES çılgınlığına karşıyım. 
HES çılgınlığı, çünkü, projelendirilmiş bütün HES’leri bitirseler, elde edilecek enerji toplamı Türkiye’nin enerji ihtiyacının yüzde 6’sını geçmeyecek.
Eee, öyleyse bu inat niye?
Acab bu inadın sebebi enerji sektörüne yatırım yapan sermaye grupları için ballı, kârlı alanlar yaratmak olmasın?

*    *    *

Bayat mayat, ama içimde ukde idi. Bu yazıyı yazmasam, yazı için her masa başına geçtiğimde bir suçluluk duygusundan kurtulamayacaktım.
Yazdım yine kurtulamadım. Anlaşılan HES saçmalığı üstüne daha çok yazmam, yazmamız gerekecek...

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"