Anlaşıldı, bu hafta da “CHP tartışması” hem sohbet masamızdan, hem yazı masamızdan eksik olmayacak. Medyanın namlı kalemleri, ince ağır ahkâm kesmeye ara vermeyip, Kılıçdaroğlu’na ha bire akıl öğretip, doğmamış bebeğe don biçmeye devam edecekler.
“Bebek doğdu ama” demeyin. Bebek dediğin dokuz ay on günde doğar; dokuz gün dokuz saatte değil. Oysa biliyorsunuz, hep birlikte görüp gözledik; “Yeni CHP” diye nitelenen Kılıçdaroğlu dönemi partide yıllar süren ve dipten gelen bir yenilenme, ideolojik arınma sürecinin “bebeği” değil; “Kaset komplosu”nun yolaçtığı bir erken doğum.
Yaşı uygun olanlar hatırlasın, İsmet İnönü önderliğinde her yanı örümcek bağlamış, iktidarı ancak bir darbe ortamında koklayıp, görece olağan koşullara dönüldüğünde hemen kaybeden CHP’de yenileşme hareketi, Ecevit’in İnönü’den genel başkanlığı devraldığı 1972’deki 5. Kurultay’da başlamadı. Daha 1967 sonbaharında Kamil Kırıkoğlu, Selahattin Hakkı Esatoğlu, Necdet Uğur, Tarhan Erdem, Altan Öymen gibi entellektüel birikimleri zengin, dünyadaki sosyal demokrat hareketin temel ilkelerini kavramış, CHP’ye model olarak, partinin işçi hareketinden doğmadığının, işçi hareketine yaslanmadığının bilincinde olan kadrolar genç ve enerjik akademisyenleri de yanlarına alıp Ecevit’le birlikte batı sosyal demokrasilerini birebir kopya etmeyip, emekçi kitlelerle köylülüğü kucaklamayı hedefleyen bir siyasal ve ideolojik program hazırlamaya başlamışlardı. Daha 1968’de, CHP’deki değişim atılımının (“açılımının” da denebilir) sözcüleri açık açık, iyi bulunmuş bir kelime oyunu ile partiye acilen “E-Ce-Vit”amini gerektiğini söylemekteydiler. Ecevit hareketinin programatik bildirgesi olan “Akgünlere Bildirgesi” 1970 sonbaharında ana hatları ile yazılmış ve bazı gazetecilere “taslak olduğu” belirtilerek gösterilmişti.
Yani kırk yıllık CHP, adaylığı Kurultay’dan üç dört gün önce ancak kesinlik kazanan bir “Genel Başkan” seçimiyle “yeni bir CHP” olmamış; beş, altı yıla uzanan ve sahiden “yeni ve yenilikçi” bir ekip ile köklü bir değişime yönelmişti...
* * *
Niyetim kimsenin, yani “Kılıçdaroğlu CHP”sinden heyecanlanan, umutlananların moralini bozmak, hevesini kırmak değil. CHP’li değilim, hiç olmadım, yakın da durmadım; o yüzden CHP’de bir değişim olacaksa bu benim için ancak “Bu, Türkiye’de demokrasinin gelişimine nasıl ve ne kadar katkıda bulunacak; hukuk devletini yargıçlar devleti sanan zihniyet nasıl kırılacak” sorusuna verilecek cevaplarla anlam kazanır.
Kılıçdaroğlu CHP’si bu sorujya henüz bir cevap vermiş değil.
“CHP’den ne köy olur ne kasaba” yargısına tutunanlar da, “CHP, gelecek AKP gidecek” umuduna sarılanlar da bence gerçeklere, gerçekleşene değil kendi (ön)yargılarına ağırlık tanıyorlar...
Önümüzde bir Anayasa referandumu ve onun ardından da bir genel seçim var. O hareketli günlerde “Kılıçdaroğlu CHP”sinin ne olacağı, ne olamayacağı belli olacak.
Benim acelem yok. Bekleyeceğim...