02 Nisan 2014

Kaybedenler II: Gelelim Cemaat’a…

Yerel (aslında genel) seçimlerin sonucu Erdoğan’la açık savaşa tutuşan Cemaat’ın boş havuza atladığını gösteiriyor

30 Mart seçimlerinde Cemaat’ın etkisi, tercihi, bu etki ve tercihin sonuçları üstüne epey çözümleme (=analiz) yazılacak. Analizler ne söylerse söylesin şu yalın gerçek değişmeyecek: 30 Mart seçimlerinde Cemaat, siyasal bir yarışa girdi ve kaybetti.

Önce bilinmezlik sisinin ardında kaldığı için söylentilere, temelsiz tahminlere, çoğu kez kişisel dileklerden kaynaklanmış öngörülere dayanan “Cemaat’ın kitlesel gücü”nün içi boş bir iddia olduğu ortaya çıktı. En azından seçmen oyuna yansımadığı somutlandı, kanıtlandı.

Cemaat’ın sözcülerinden biri kabul edilen (Cemaat bunu kabul etmese bile genel algıda bu böyleydi) Zaman yazarı Hüseyin Gülerce’nin “CHP için kapı kapı dolaşıp oy istedik” cümlesi büyük olasılıkla Cemaat’ça kabul edilmeyecek. Ancak bu red, Gülerce’nin itirafını biraz düzeltmekten öteye geçmeyecek. Diyebilecekleri şundan ibaret: “Kapı kapı dolaşıp CHP için oy istemedik. Her  yerde AKP dışında ve ikinci güçlü partiye oy verilsin dedik”. Cemaat’tan gelebilecek “Hayır bunu da demedik” yollu açıklamalar ise inandırıcılıktan ve ciddiyeten çok uzak olacak.

Üstelik seçim sonuçları, Cemaat’ın “Her seçim bölgesinde ikinci güçlü partiye oy verin” çağrısının da fos çıktığını kanıtlıyor.

Ama Cemaat’ın kaybetmişliği “Meğer mütedeyyin seçmenler üstünde ciddiye alınır bir etkisi yokmuş” cümlesinin sınırlarının ötesinde. Cemaat dindar kitleler gözünde de kanımca ciddi bir itibar yitimine uğradı.

Cemaat din vurgusu çok ağır basan, kendine eğitimden insani yardımlara kadar uzanan bir etkinlik alanı seçmiş gibi görünen bir topluluktu. Kendini ısrarla   “bir sivil toplum örgütü” olarak tanımlıyordu. Oysa seçim öncesinde ve sırasında bir sivil toplum örgütü gibi değil, bir siyasi parti gibi davrandı. Bunun sonuçları olacaktı ve oldu.

Medyada, eğitim kurumlarında görevli “asli kadroları” dışında kalan, sol terminoloji ile söylersek “sempatizan halkaları”nda, dinsel vurgusu çok ağır bir partiye (AKP) savaş açmış bir Cemaat hareketinin itibar yitimine uğramasına değil, uğramamasına şaşılırdı.

Cemaat’ın kaybetmişliğinin bir üçüncü ayağı daha var: İktidar ortaklığını da kaybetti.

2002’de AKP, kendisinin bile şaştığı bir seçim başarısı ile tek başına hükümet kurabilecek çoğunluğu elde ettiğinde, - ordu hariç- devletin tepe noktalarında yavaş ama köklü bir ayıklamaya gitmesi iktidar olgusunun doğasında var.

Ancak AKP’nin bürokraside kullanabileceği kadro fukaralığı da bir gerçekti. Seçim öncesi pazarlıklarda çok az milletvekili kotası tanıdığı Cemaat’ın kadro kaynaklarını kullanmaktan öte çaresi yoktu. Öyle de oldu. Polis ve yargı başta olmak üzere bürokrasinin kilit noktalarına Cemaat’a yakın, hatta Cemaat’a sımsıkı bağlı elemanlar yerleştirildi. Askeri vesayet  dediğimiz ve “Hükümeti seçimi kazanan siyasi partiler yönetir ama devleti MGK” diye özetlenebilecek sistem çökertildi ve bu Cemaat kadrolarının marifetiyle bir rövanşizm (=intikamcılık) operasyonlarına dönüştü.

İşte 30 Mart seçimlerinde somutlanan  Cemaat – AKP çatışması da o operasyonların ardından başladı. AKP (yani Erdoğan) devletin dizginlerini tam olarak eline alabileceği koşullara kavuşmuştu. Sadece kendisine tamamen bağlı, hatta biat edecek kadrolarla çalışmak istiyordu ve özellikle yargıda ve polisteki Cemaat’a yakın kadrolar Erdoğan’a değil, Pensilvanya’ya biat etmekteydiler.

Erdoğan buna katlanamazdı. Katlanmadı da. Önce MİT krizi, ardından dershaneler konusu Erdoğan’a Cemaat’la zoraki nikahı bozmak için yeterli bahaneleri yarattı. Cemaat kadrolarını önce ağır ağır, sonra hızla tasfiye etmeye başladı ve kendi gücünü abartan Cemaat, bu meydan okumayı kabul edip açıkça savaşa girdi.

Yerel (aslında genel) seçimlerin sonucu Erdoğan’la açık savaşa tutuşan Cemaat’ın boş havuza atladığını gösteriyor. Yani Cemaat iktidar ortaklığını da kaybetti ve adını “30 Mart’ta kaybedenler” listesine yazdırdı…

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"