Yarısına kadar yazdığım yazıyı çöpe attım. Görevden alınan İstanbul polisleri, KCK tutuklamaları, Cemaat - Hükümet çekişmesi filan üstüne bildiğiniz, benzerlerini okuduğunuz bir yazı olacaktı. Yarısı bitmişti. Hepsini çöpe attım. Bunu yaparken keyif aldım. Evde şömine varmış da, lapa lapa kar yağan şu soğuk şubat gecesinde o şömineye alev alev, çıtır çıtır yansın, çıtırtısı içini de yüreğini de ısıtsın diye çıralı çam kütüğü atar gibi...
Evde şömine filan yok. Dışarıda da kar filan yağmıyor. Karanlık ve kasvetli bir kış gecesi, o kadar...
Ancak...
Ancak, düşgücü bu. Kim engelleyebilir?
Düşgücü seni her yanı karla kaplı, uçsuz bucaksız ve karanlık ormanların kıyısında, bacalarından duman tüten ve sadece arasıra havlayan köpekler dışında mutlak bir sessizliğe gömülmüş bir kuzey kasabasına götürüp bıraktı. Şöminede çıralı çam kütükleri alev alev...
Eksik kalmasın. CD çalara bir Chopin koydum: Prelüdler...
Sadece piyano, ara ara havlayan köpeklerin çoook uzaklardan gelen sesleri, şöminede çıtırdayan çam kütükleri ve sen... Tek başına...
Kanayan ve kanlı bir Akdeniz ülkesinden kaçıp bir kuzey kasabasına, mesela Polonya’da, Krakow çevresinde bir Slav kasabasına sığındım. Ben, bana bu gece izin verdim. İzinliyim. Hiç işim yok. Yazı yazmak zorunda değilim. Bitirmem gereken ödev de yok, görev de...
Sadece çıtırdayan çıralı çam kütükleri ve Chopin...
Haydi eksik kalmasınlar: Bir de üç parmak konyak ve kocaman bir tas kahve ve Chopin ve çıralı çam kütüklerin çıtırtısı...
Heyhat...
Düş gücünün gücü de sınırlı.
Sorumsuz, sorunsuz bir gecede, Chopin’in, o melankolik Polonyalının piyanodan yayılan ezgileri seni alıp, yıllar önce bir kaç gün ve gece geçirdiğin başkente, Varşova’ya götürüyor. Sınıfta kalıp yenilmiş bir sosyalizm kuruculuğu denemesinin ardından yeniden kapitalizmle tanışan Varşova’nın az ışıklı, çok geniş caddelerine... Caddede yaşlı ve umutsuz, çocuk yaşta ve hiç umutla tanışmamış orospular ve orospucuklar kendilerini satın alacak bir Batılı turist düşü kuruyorlar.
Az ötede ışıklar içindeki “Chopin Cafe”de çalınan piyano caddeye taşıyor. Orospular ve orospucuklar bir aşağı bir yukarı kendilerini sürüklüyorlar. Gündüz otelin lobisinde sana “Hırvat ortağımla buraya Berlin’den margarin, ampul ve kesme şeker getirdim ağabey. Allah seni inandırsın yüzde üçyüz kârla satıyoruz. Alan duacı oluyor üstüne” diye şişinen Berlinli Türk de caddede. Satın alacağı “malı” seçiyor: “Bu yaşlı. Boşver. Bu cılız. Onu da boşver. Bak şu karı, iyi karı...” Pazarlık başlıyor. Dolar üstünden...
Bulantı. Mide bulantısı değil içim, yüreğim bulanıyor.
* * *
Kar filan yağmıyor. Bir kuzey kasabasında filan da değilim.
Bugün bana izin verdim. Yazı filan da yok.
Sadece ben ve Chopin.
İkimiz de kederliyiz...