11 Mart 2013

Kağıdın, Mürekkebin, Rotatifin Efendileri…

İşadamı kisvesi altında bin türlü pisliğe bulaşanlar hükümetten korkuyor, onu kızdırmamak için onun tercihlerini kolluyorsa, orada suçu medya patronlarında aramak makul değil midir?

Başbakan’ın “Batsın böyle medya” vecizesini yumurtlamasını izleyen medya çalkantısında Başbakanını (Başbakanı değil: Başbakanını) aklamak, temize çıkarmak isteyen köşe sahibi yiğit, medya patronlarına celalleniyor. Sözü kaptığı TV ekranında önce “Suç niye iktidarda, niye onun başında olsun ki” diye  soruyor; sonra da  sorduğunu kendi cevaplıyor:

“İşadamı kisvesi altında bin türlü pisliğe bulaşanlar hükümetten korkuyor, onu kızdırmamak için onun tercihlerini kolluyorsa, orada suçu medya patronlarında aramak makul değil midir?”

Patronunu kollamak isteyen omurgası yumuşamış meslektaş da benzer mantık cambazlıklarına sığınıyor:

“Hiçbir mesnede dayanmayan vergi cezalarıyla medyayı dize getirmekten çekinmeyen bir Hükümet ve onun başkanından çekinip bazı zorunlu uygulamalar yapan medya patronlarını anlamak gerekir. Bir suç varsa onu hükümette aramak gerekir…”

*    *    *

Her iki sefil mantığın buluştuğu bir nokta var:

Ortada bir suç olduğunda mutabıklar.

Ben de mutabıkım…

Ortada bir suç var. Bir demokrasi suçu; bir düşünce özgürlüğüne pervasızca saldırı suçu; halkın haber alma hakkına (İhtiyacına değil: Hakkına) açık saldırı suçu

Bu suçun siyasal iktidara (güncel tartışmada AKP iktidarına ve onun başına) mı; yoksa medya patronlarına mı ait olduğu sorusunun ortaya atılması eğer salaklıktan değilse ahlâksızlıktandır ve suçlular arasında bir seçme yapmak zorunda değiliz.

Doğan Akın Milliyet’te Hasan Cemal arkadaşımıza yapılan “Hükümet-Patron” ortak operasyonunu ve onun artçı depremi sayılmak gereken Hürriyet’teki sansür kepazeliğini yazdı.

Gerek Doğan Akın’ın yazısının altına yazılan yorumlarda, gerek sosyal medyada dolanan metinlerde şu ya da bu nedenle “Oh olsun” makamında türküler çığıran zevzekleri bir yana bırakırsak  “Hasan Cemal operasyonu”nu ve ardından olup bitenleri sanki tekil, özgün ve yepyeni bir olaymışçasına algılayanlar epey çok…

Oysa yazılı ve görsel medyanın hemen bütün kanallarında her gün onlarca suç işlenir. Medya baronları ve onların karar sürecinde yetkili kıldıkları prensler her gün siyasal iktidarlarla birlikte ya da siyasal iktidarlar adına; sermaye örgütleriyle birlikte ya da sermaye örgütleri adına; vesayet demokrasisinin ağır topları ile birlikte ya da onlar adına sürekli ve sistematik suç işlerler.

Okur ya da seyirci ya hiç duymaz, fark etmez ya da ucundan kıyından bir şeyler duyar; çoğu zaman bilgisi buzdağının görünen ucu ile sınırlı kalır. Doğan Akın’ın (bence önemli ve değerli) yazısını bu gerçeği göz ardı etmeden okuyun. O, suçlardan birinin, sadece birinin örtüsünü kaldırdı ve suçluları sergiledi. O kadar…

Kağıdın, mürekkebin, rotatiflerin, bu milyonluk sermaye gerektiren aygıt ve araçların sahipleri ile siyasal iktidarın sahipleri her zaman ve her yerde kucak kucağadırlar. Aralarında her zaman ve her yerde domuz topu gibi birbirlerine sarılmalarını sağlayan bir çıkar birliği vardır.

Haber alma ve olup bitenlerin yorumlanmasına, analiz edilmesine ihtiyacımız böyle bir medya üstünden beslenir ve ister istemez sahte bilgilerle, yanlış yorumlarla, çarpıtılmış haberlerle beslenir. Başının gölgesini önüne düşürmeyen, mesleğinin temel ilkelerine ihanet etmeyen bir avuç meslekdaş ise bu bataklıkta ayakta kalmaya, mesleğinin gereklerini dürüstçe yerine getirmeye çabalar.   

*    *    *

Peki, medya çağında bu bir kader mi?

Bu çember kırılır mı?

Kırılmaya başladı bile?

Basılı medyada kağıda, milyon dolarlık rotatiflere, dağıtım için kamyon filolarına; görsel medyada milyon ve milyon dolarlık aygıt donanımlarına, uydu kiralarına ihtiyaç duymayan yepyeni bir medya filiz vermeye başladı. (T24 bunun mütevazı ve dar olanaklarla yürüyen bir örneğidir ve biz bununla öğünmekteyiz). Kuzey Amerika dâhil pek çok anakarada bu yeni medya kanalları doğan ve gelişeni, merkez medya, geleneksel medya dediğimiz kanallar ise çöken ve ölmekte olanı temsil ediyorlar.

Medya dünyasında düne kadar olmayan yeni terim ve kavramlar değişimin ipuçlarını pek güzel veriyor. Mesela “Yurttaş gazeteciliği” kavramı; mesela “Her okur haberci, her haberci okurdur” sloganı gibi…


 

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"