Mehmet Aksoy heykel yontar. Bütün yaşamı heykeldir. Düşleri heykel üstünedir...
Onunla konuşarak hazırladığım nehir söyleşi sırasında (Heykel Oburu, İş Bankası Kültür Yayınları) düşlerinden çok söz etti. Büyük, anıtsal düşlerdi...
Biri Marmara Adası’nda, Kole Burnu’na dikilecek. Marmara Adası mermerinden yontulacak bir balıkçı heykeli. Burundan denize ağ serpen bir balıkçı... Çok uzaklardan görünecek; gemilere yol gösterecek; balıkçılara gurur verecek...
Biri İstanbul’da Sarayburnu’a dikilecek. Haliç’e giren, çıkan gemilerin bacaklarının arasından geçeceği bir heykel. “Dünyanın yedi harikası“ diye anılan antik çağ anıtlarından Rodos limanı girişinde dikildiği söylenen anıtın 21. yüzyıldaki bir tekrarı olacak. Hem İstanbul, sipsivri beton kulelere inat sanatsal bir estetikle gönenecek, hem antik çağın heykel ustalarına iki üç bin yıl sonrasından bir selam yollanacak.
Biri Kars’ta, Ermenistan’dan da görünen bir tepeciğe dikilecek. Adı “İnsanlık Anıtı” olacak... Anadolu toprakları üstünde 1915’de akan kan göllerinin yinelenmemesi için iki halka uzanan bir dostluk eli olacak; aralarına kan girmiş halkları barışa çağıracak...
* * *
Gözünüzden kaçmamıştır. Yukarıdaki paragrafların hepsi bir kesinlik taşıyor. Hepsinde ilk cümle “dikilecek” diye başlıyor. Mehmet Aksoy’u, onun köylü inadını iyi tanısaydınız, siz de benim gibi yazardınız.
Evet o heykeller bir gün dikilecek!..
Bunu bugün böyle, yani Kars’ta henüz bitmemiş İnsanlık Anıtı’na karşı Başbakan buyruğuyla bir insanlık suçu işlendiği, heykelin kafasının TV kameraları tanıklığında koparılarak başlayan vahşetin başladığı günde yazmanın bu ülkede düşünce ve sanat özgürlüğüne inananların ödevi oldu kanısındayım.
Daha yalın söyleyeyim: Mehmet Aksoy’a ve onun kişiliğinde heykel sanatına ve heykel sanatı üstünden sanata bir borcumuz var.
Heykel’i put, sanatı manzume okumak sanan bir zihniyetin ve ilkel bir dünya algısının saldırısının doruğa çıktığı bir günde üstümüze yazılan bir borç...
Demokrasilerde devletin tanımlarından biri de “Zor kullanma tekelini elinde tutan güç”tür. Buradan zor kullanma yetkisinin eylem ve edimleri sadece ve sadece kanunlarla tanımlanmış bir güce (yani devlete) ait olduğu; onun dışında zor kullanmanın suç olduğu vurgulanmak istenir.
Soru: Peki, devletin dizginleri zor kullanma tekelini zorbaca kullanacak bir siyasal gücün eline geçerse, o siyasal gücün tepelerinde ilkel, hem de çok ilkel, çok sığ bir beğeni düzeyinin bütün toplumca benimsenmesini dayatan, kendisi yürekler acısı bir “kibir anıtı”na dönüşmüş bir ekip varsa ne olur?
Cevap: Bugün Kars’ta ne oluyorsa o olur...
Yineleyelim: Marmara Adası’nın Kole Burnu’na, İstanbul’da Haliç’in ağzına ve ille de Kars’ta Ermenistan’dan da görülen o tepeciğin üstüne Mehmet Aksoy’un anıtlarını dikmek boynumuzun borcudur.
Borcumu er geç ödeyeceğiz...
Bu konuda bugünlük bu kadar...
* * *
Çok kişisel bir not: En yakın çevreme söylememek olmazdı. Ama en yakın çevremin de kendi en yakın çevresine söylemesi de kaçınılmazmış. O yüzden fısıltı yayıldıkça yayılmış. Dün (Salı) biri Çıldır’dan, öteki Diyarbakır’dan gelen iki e-mektup, daha önceki günlerde, haftalarda gelenlerin üstüne binince okumakta olduğunuz kişisel notu yazmak kaçınılmaz oldu. Böylece hiç olmazsa fısıltıyla yayıldığı için abuk sabuk yerlere savrulan söylenti de son bulur.
Evet, aylar önce vücudumda –doktorların tercih ettikleri deyimle- “Hoş olmayan hücreler” tespit edildi. MR’lar, kan testleri, biopsiler derken, kesinleşti. Ardından bir kaç aydır süren ve dün sona eren çok zahmetli, kişiyi (beni) sahiden çok bitkin düşüren bir radyo terapi dönemi başladı. 39 seans boyunca ışınlandım. Zor günlerdi. Dün bitti.
Sonuç: Biraz kanser olmuştum, geçti. Doktorun dün söylediğini aktarayım: “Bir gün elbet öleceksiniz Engin bey; ama prostat kanserinden değil”.
Kars’tan yazıp, “İnsanlık Anıtı protestosu için size burada göreceğimizi ummuştuk “ diyen okurun da, Diyarbakır’dan yazıp, “geçmiş olsun” yerine sevimli bir şaşkınlıkla “Başın sağolsun ağabey” diyen okurun da, fısıltı kendisine ulaştığı için durup dururken mail yollayıp, telefon filan edip “Nasılsın? İyi misin” diye soranların da bilgisine sunarım...