17 Ekim 2012

İki Buçuk Değil, Üç Buçuk darbe Oldu

Komisyon önünde ifade veren kıdemli meslektaşlar “Hata ettik… Ayıp ettik… Çok pişmanım” yollu açıklamalar yapıyorlar...

 

TBMM’de bir komisyonu var: Meclis Darbeleri ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu.

Eh bu ülkede demokrasinin doğuştan özürlü bir bebek gibi bir türlü gelişememesinde darbelerin ve muhtıraların rolü birincil. O yüzden o komisyonun çalışmalarını izlemeye gayret ediyorum. Sanırım sizler de öyle.

Generaller çağrıldı, sonra gazeteciler, ardından medya patronları, onun ardından kamu bankalarının müdürleri, arada Sisi filan…

Epey eğlenceli diyaloglara tanık oluyoruz.

Komisyon önünde ifade veren kıdemli meslektaşlar “Hata ettik… Ayıp ettik… Çok pişmanım” yollu açıklamalar yapıyorlar. Komisyon başkanı  nazik bir hanım, “Peki bunları söylemek için niye bu kadar yıl beklediniz beyim” diye sormuyor.

Yine komisyon önüne çıkan medya patronları da “Yurtdışındaydım… Bodrum’daydım… Evde uyuyordum… Haklısınız o başlık uygun düşmemiş ama ben o sırada şeyde şey ediyordum” gibi “Ufala da civcivler yesin” dedirtecek ifadelerle kendilerini aklamaya, daha doğrusu paçayı sıyırmaya çabalıyorlar.,

Sahiden eğlenceli oluyor.

Bu arada emekli generaller Çevik Bir, Erol Özkasnak gibilerin marifetleri, kendilerini ülkenin nasıl dagerçek sahibi gördükleri de gözler önüne seriliyor.

Dedim a eğlenceli oluyor.

Gel gör ki baştan beri bir tuhaflık var.

27 Mayıs darbesi konuşuluyor.

12 Eylül darbesi konuşuluyor.

28 Şubat “buçuk” darbesi konuşuluyor.

27 Nisan “çeyrek” darbesi konuşuluyor.

12 Eylül’ün öncülü 12 Mart 1971 darbesi konuşulmuyor.

Niye?
Sahi, acaba niye?

*    *    *

Genç kuşaklar için kısa bir 12 Mart 1971 özeti:

Kendilerini –nedense- sol olarak niteleyen ve Baas tipi bir darbe planlayan bazı generaller ve daha alt rütbeli subaylar 9 Mart 1971’de darbe yapmayı planladılar. Dört yıldızlı komutanlar “Biz de okka altına gideriz” korkusu ile “sol” darbecileri önleyip 12 Mart 1971’de Hükümete bir muhtıra verdiler. Muhtıra dediğim, “Şu şu şu yapılacak. Yapılmazsa döveriz” dediler.

Meclis dağıtılmadı ama karşılığında bu muhtırayı sindirdiler. Sivil generallerle iyi niyetli ve bir o kadar da saf teknokratlardan bir hükümet kuruldu. Sindirim sistemi iyiden iyiye laçkalaşmış Meclis bu hükümete güvenoyu verdi ve ülkenin en karanlık dönemlerinden biri başladı.

Sıkıyönetim ilan edildi ve ilan edildiği günün sabahında önceden hasırlanmış listeler ellerine tutuşturulmuş askerler ülkede benzeri daha önce görülmemiş (12 Eylül’de daha berbatı görülecek olan) bir cadı avı başlattılar. Sosyalistler, ilerici aydınlar, gazeteciler, işçi önderleri, gençlik liderleri toplanıp askeri cezaevlerine dolduruldular.

Taa 27 Mayıs 1960’dan beri açık açık darbe peşinde koşan bir emekli Albay (Sadi Koçaş) radyolardan gümbür gümbür kükrüyordu “Gerekirse makable şamil (=geriye doğru işleyen) kanunlar çıkaracağız”. Kimsenin gık’ı çıkmadı.

Genelkurmay Başkanı alenen ve utanmadan “Toplumdaki uyanış yasaların önüne geçti. Dizginlemek lazım” dedi. Anayasa değiştirildi ve bugünkü 12 Eylül Anayasa’sının “ana”sı kabul edildi.

Özet demiştim, kısa keseceğim. Binlerce kişi işkence tezgahlarına yatırıldı. Sıkıyönetim savcıları saçma sapan iddianamelerle ülkenin en iyi evlatlarını tutukladılar ve yargılamaya başladılar. Tek bir cinayet işlememiş, elleri kana bulanmamış üç yiğit delikanlı, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan’a gözü dönmüş, antikomünizmin en ilkeliyle bilinçleri kararmış yargıçlar idam cezası verdiler ve Yargıtay hızla; Meclis’teki milletvekilleri ise  Yargıtay’dan da hızlı idam kararını onayladılar. Devlet cinayet işledi ve ”Üç fidan” darağacında katledildiler.

Yetmedi, Kızıldere’de kuşatılmış; kaçmaları olanaksız, eninde sonunda uykusuzluğa, yorgunluğa, açlığa teslim olacak Mahir Çayan ve arkadaşları bu kez devletin toplu cinayeti ile yok edildiler.

Yakın tarihimiz bu dönemi “12 Mart darbesi” diye anıyor.

Ama bugün geçmiş darbelerin hesabını sormakla yükümlü  komisyonda, medyada geçmiş darbe ve muhtıralar üstüne yazı yazan, yorum döktüren, tanıklık edenler hiç 12 Mart darbesinden söz etmiyorlar. Hükümet kanadından  da ses yok.

Acaba neden?

12 Eylül’de, 28 Şubat’ta, hatta 27 Nisan muhtırasında siyasal islamcılara, ırkçı-Türkçü-milliyetçilere ucundan kıyından dokunuldu da 12 Mart’ta sadece –evet sadece- bu ülkenin sosyalistleri, komünistleri, ilerici aydınları hedef tahtasına oturtuldu, geri kalanlara dokunulmadı.

12 Mart Darbesi’nin neredeyse sözünün bile edilmemesi bundan olmasın?

Acaba “Bize dokunmayan darbe suç değildir” filan mı denmekte…

Galiba evet.

Yine de ilgili ilgisiz, yetkili yetkisiz herkese hatırlatalım:

Beyler, hanımlar, bu ülkede 12 Mart 1971’de de bir askeri darbe yaşandı ve bu 28 Şubat’la, 27 Nisan muhtırasıyla filan ölçülemeyecek kadar kanlı ve zalim bir darbeydi.

Haberiniz yoksa olsun istedim. Bu yazıyı o yüzden yazdım…

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"