09 Nisan 2012

Hukuk ve Siyaset (hep) Kucak Kucağa

Geçen haftanın tartışması “yargı – siyaset” ilişkisiydi. Avucum kaşındı ama beklemeyi yeğledim...

Geçen haftanın tartışması “yargı – siyaset” ilişkisiydi. Avucum kaşındı ama beklemeyi yeğledim. Beklemesem, sıcağı sıcağına yazsam frenlerim tutmayabilirdi ve Başbakan umurumda değil ama, savcılar hiç hoşlanmayabilirdi. Savcıların “hiç hoşlanmaması” bu ülkede hâlâ tehlikelidir. Neme gerek, dedim ve bekledim.

Tartışmayı Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç başlattı. Beklenmedik bir çıkıştı. Kılıç "Dün yargının siyaseti kuşatma gayretlerine karşı çıktığımız gibi bugün de siyasetin yargıyı kuşatmasına izin vermeyeceğiz" dedi.

Başbakan bu sözlere çok kızdı;  “Sen işine bak” dedi. Ardından da malum yaveyi yineledi: 'Ülkemiz malum kuvvetler ayrılığı üzerine kurulu bir sisteme dayalıdır. Bunun yasama, yürütme, yargı organı vardır. Bu erklerin hiçbirisinin bir diğerini kuşatma yetkisi söz konusu değildir''

Evet, çocukluğumda, Ortaokul Yurttaşlık Bilgisi kitabında da böyle yazıyordu ve ben o gün bugündür, “Öyle olmadığı halde niye öyleymiş gibi yazıyorlar” diye sordum durdum; hâlâ da soruyorum.

Hukuk fakültesinde Roma hukuku dersinde öğretmenimiz Türkan Rado, “Kuvvetler ayrılığı ve iktidarı elinde tutan siyasal güç(ler)den yargının bağımsızlığı” ilkesinin Roma döneminde ortaya çıktığını söyledi ve ekledi: “Ama Roma’da bu hep uygulanmayan kutsal bir ilke olarak kaldı...”

İçimizden biri “Hocam bizde de aynı ilke var” deyince, dudaklarının kıyısına eklediği muzip bir gülücükle “Dedim a Roma’da da vardı” dedi.

Yıl 1960’tı ve sonbahardı. Biz okulda bunları okuyorduk ve aynı günlerde  Marmara’nın açıklarındaki Yassıada’da, darbeyle devrilmiş bir hükümetin üyeleri  ve o hükümeti çıkaran siyasi partinin milletvekilleri yargılanıyordu. Mahkeme Başkanı Yargıç (Yargıç?) Salim Başol, tutukluluk haline itiraz edip gerekçesini soran -galiba- Adnan Menderes’e “Çünkü sizi buraya tıkan güç böyle istiyor” cevabını vermişti.

Gencecik öğrencilere insanlığın adalet arayışının ancak hukuk düzeninde ve devletinde var olabileceğini anlatmakla yükümlü İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretmenleri için zor günlerdi. Kitaplarında yazıp, kürsüde bizlere anlattıkları ile hayat amansızca çelişiyordu. Öğrenciler de bunu farketmeyecek kadar salak değildi...

*    *    *

Yassaada’da 15 siyasetçi idama mahkûm edildi. Üçünün cezası orada infaz edildi. 402 siyasetçi ve bürokrat yaşam boyu hapis cezasına çarptırıldı.

Bağımsız yargı, siyaset (yani iktidardaki siyasal güç) tarafından kuşatılmaksızın adaleti ete kemiğe büründürmüştü.

Tek tek saymaya kalksak yarım tonluk bir kitap olur. Hızlı geçelim.

12 Mart’ta Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, tek kişiyi öldürmedikleri halde “Hükümeti devirip Anayasal düzeni değiştirme girişiminde bulundukları” için idama mahkûm edildiler. Siyasal iktidarda utanmadan görevlerine devam eden TBMM üyeleri ve onları güden askerler vardı. Bağımsız yargı yine siyasetten etkilenmeksizin adaletin gereğini yerine getirmişti.

12 Eylül’de beslemek yerine asılmaları daha hesaplı bulunan 50 genç yurttaşımız, bağımsız yargının askeri kanadının kararları ve bağımsız yargının yüksek kolu Askeri Yargıtay’ın onayı ile idam edildiler. İstanbul Üniversitesi, faşist darbenini baş elebaşısı General Evren’e fahri hukuk doktorluğu ünvanı vererek onurlandırdı.

1994’de bu ülkenin yurttaşlarının oylarıyla seçilip Meclis’e giren DEP (Demokrasi Partisi) üyesi 5  Kürt milletvekilinin dokunulmazlıkları TBMM tarafından kaldırıldı, bağımsız yargı da onları 15’er yıl hapse mahkûm etti. Çok geçmedi bağımsız yargının en yüksek kurulu Anayasa Mahkemesi DEP’i kapattı. Yöneticilerini de mahkûm etti. Aynı Anayasa Mahkemesi daha sonraki yıllarda Kürt partilerinden HADEP, DEHAP’ı, ÖZDEP’i de kapattı.

Bağımsız yargı siyasetçe kuşatılmasına asla olanak ve fırsat vermeden Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesinin önünü tıkayan ünlü 367 kararına da imza attı.

Bağımsız yargı siyasetten etkilenmeden Ergenekon davalarının ciddiyet yitimine uğramasına yol açan tutuklama kararları ile adalet dağıtmaya devam etti.

Anayasa referandumundan sonra bağıımsız yargının bağıımsız karar verebilecek eğitimden geçmiş yiğitleri yeni HSYK için oy kullandılar ve ortaya şu anki HSYK çıktı.

*    *    *

Eğer bu günlerde ve –korkarım yarınlarda- siyasal meşrebi ne olursa olsun biri çıkıp da “Bu iktidar yargıyı ele geçirdi” derse hiç duraksamadan “Daha önce kimin elindeydi” diye sorun. Anlamazsa “El değiştirdi desen daha doğru olurdu” diye uyarın...

Unutmayın ki TESEV adına Mithat Sancar’ın yaptığı çok ciddi ve titiz bir araştırmada bağımsız yargının üyeleri, yani yargıçların ve savcıların yüzde 51’i

"İnsan hakları devletin güvenliği açısından tehdit oluşturabilir mi" sorusunu "Evet" diye yanıtladı.

O raporda yargıç ve savcıların ağzından çıkanlardan bir demet okumak ister misiniz?

Buyrun:

- İnsan hakları biraz abartılıyor.

- Ben rejimin savcısıyım... Bizler görevimizi yaparsak devlet zayıflamaz...

- Ben devletçi hukukçuyum...

- Önce devlet gelir

- Devlet olmazsa hukuk olmaz, biz de olmayız."

- Benim ülkem söz konusu olduğunda hukuk mukuk dinlemem.

*    *    *

Hay Allah laf uzadı; konudan uzaklaştım. Ne diyordum?..

Tamam şey diyordum... Yani Anayasa Mahkemesi Başkanının ve Başbakanın  sözlerini tartışmaya çalışıyordum.

Her iki büyüğümüz de söylediklerin yerden göğe haklıdırlar.

Bu ülkede yargının siyaseti, siyasetin de yargıyı kuşatması asla söz konusu değildir. Ayrıca Anayasamızda kuvvetler ayrılığı ilkesi vardır ve bu ilkeye göre yargı bağımsızdır.

Hep ve her zanman...

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"