18 Eylül 2012

Henüz Vakit Varken…

30 yıldır süren savaşa alıştık mı ne? Son günlerde mermilerin, bombaların, mayınların yok ettiği genç yurttaşların...

Başlık malum, Nazım Hikmet'ten esintili, "Henüz vakit varken gülüm / Paris yanıp yıkılmadan" dizelerinden.  O şiir tadını taşımasa da öyle seslenmek istiyorum:"Henüz vakit varken;  bu ülkede Türklerle Kürtlerin bir arada yaşaması imkansız hale gelmeden;  Türk'ün Kürt'e, Kürt'ün Türk'e (askerin PKK'liyi,  PKK'linin askeri değil) yaşam hakkı tanımayacağı bir eşiğe gelinmeden…"

Kurbağa öyküsünü bilirsiniz, kaynar suya atarsanız can havliyle sıçrar kurtulur; ama soğuk suya atıp suyu ağır ağır ısıtırsanız alışır, haşlanır ve ölür.

30 yıldır süren savaşa alıştık mı ne? Son günlerde mermilerin, bombaların, mayınların yok ettiği genç yurttaşların (Türk ve Kürt, asker ve PKK'li yurttaşları kastediyorum) sayısındaki yürek burkan artış bile Türk ve Kürt kamuoyunu sarsmıyor, silkelemiyor, tersine düşmanlıkları daha da kabartıyor, birarada yaşama umutlarını  daha da solduruyor…

Taraf'ta Yıldıray Oğur 21 Ağustos'ta "Gerillayla bayramlaşma kaçıncı gün"  başlığıyla yazdı. Aysel Tuğluk o yazıya geçen Perşembe "Duygudaşlık Bitti, Bölünüyoruz Biz..." başlığıyla cevap verdi. Yıldıray Oğur'un cevaba cevabı  önceki günyayınlandı: "Ortada Konuşulmayan Tek Büyük Şey Var Aysel Hanım...".

Bir kaç güne Aysel Tuğluk'un "cevaba cevabın cevabını" okur muyuz bilemem. Bildiğim, önemli yazılardı; sıradan olmayan, iki farklı, hatta zıt bakış açısını yansıtıyorlardı. (Kaçırdıysanız sizi o yazılara ulaştıracak linkleri veriyorum. Tıklayıverin: Yıldıray Oğur: Gerillayla bayramlaşma kaçıncı gün Aysel Tuğluk: Duygudaşlık bitti, gittikçe bölünüyoruz Yıldıray Oğur: Ortada konuşulmayan tek büyük şey var Aysel Hanım...)

Peki kim haklı? Tuğluk mu, Oğur mu?

Ah, bu hakemlik olur ve ben hakem filan değilim. Haddim de değil, olmaya niyetim de yok.

Zaten sorun "Kim haklı" sorusunu anlamsız kılacak bir aşamaya ve boyuta ulaştı.

Sosyalist harekete katıldığım ilk günlerden beri silahlı mücadelenin bir siyasal yöntem olarak  benimsenmesine karşı oldum. Bunu sosyalist hareketteki öğretmenlerimin sağ (aslında sol) duyusuna borçluyum.

Ancak Kürt sorununun bu gün ulaştığı aşama ve boyut benim kişisel tercih ve yönelimlerimin etkileyebileceği eşiği de çoktan aştı.

O yüzden "kim haklı" sorusunu ve bu düzlemde sürecek tartışmaları anlamsız buluyorum.

Eğer cevabını aramak için geceyi gündüze katacak, saatler ve saatler boyu tartışacak bir soru varsa kanımca o "Bu kan nasıl durur, bu ölümler nasıl biter" olsa gerek.

Soru yeni değil, benim de değil.

Soruya ayrıntılı cevaplar verildi. Ayrıntılı cevaplara ayrıntılı analizler eşlik etti. Ama ben uzun analizler eşliğinde yapılması gerekenleri, alınması gereken önlemleri ardarda sıralayan bir çözüm paketi aramıyorum. Öyleleri var ve çok.

Ben hemen şimdi, yarını beklemeden atılacak bir önadım'dan, belirleyici sonuçlar doğurabilecek, kanı durdurabilecek, silahlı çatışmayı siyasal tartışma düzlemine aktarabilecek bir önadım'dan söz ediyorum.

Kısa ve yalın: Öcalan'a konan tecridi kaldırın!

Onun Kürt siyasal hareketinin temsilcileri ile olabildiğince sık görüşmesine olanak tanıyın. Yasal kılıf gerekilyorsa, vereyim: Aysel Tuğluk, Öcalan'ın avukatlarından biridir ve Aysel Tuğluk güvenilir bir kadındır. On görüşmelerini katkısız, çarpıtmasız Kürtlere (ve Türklere) iletecektir. Aysel Tuğluk'un "koster arızası"na uğramaksızın Öcalan ile düzenli görüşmesini sağlayın…

Biliyorum, kimileriniz öfkelendi, kimileriniz "Bu da öneri mi yani şimdi" deyip burun kıvırdı.

Ama ben önerimde ısrar ediyorum. Öcalan, yani şu silahlı mücadeleyi başlatan, bir anlamda akan kanın, sürüp giden ölümlerin sorumlularından biri olan Öcalan; savunmasında, önerilerinde,analizlerinde Stalinist bir damarın sık sık gözlendiği Öcalan; anne emeğinde "artı değer sömürüsü" arayacak kadar çocuksu tezlerin sahibi Öcalan bugün kanın durmasına gidecek adımların atılmasında kilit kişidir.

Sevin sevmeyin, nefret edin, lanetleyin, ayılın; bayılın, ama somut gerçek bu.

Okurken içinize baygınlık verecek kadar uzun, ayrıntılı, sistematikten yoksun tezlerini, savunmasını sabırla okuyanlar bana hak verecektir: Öcalan ister 30 yıllık savaşın anlamsızlığını, çıkmaz sokak olduğunu gördüğünden, ister can kaygısına düştüğünden, 1999'dan bu yana ürettiği, aktardığı ve geliştirdiği önerileriyle kanı durdurmanının kapısını aralayabilir.

Henüz vakit varken dediğim tam da bu.

Üstelik çok da vakit yok. Aysel Tuğluk'un yazısının gerçeği buram buram yansıtan başlığını bir daha okuyun:

"Duygudaşlık Bitti, Bölünüyoruz Biz..."

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"