18 Mayıs 2009

Hem Bıyığa, Hem Sakala Tükürmek

"Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık" pek hoş bir halk deyişidir.

“Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık” pek hoş bir halk deyişidir. Arı dilde “ikilem” deniyor. Batı dillerinde de eski Yunancadan aşırma “dilemma”.
Bir çaresizlik anlatır. İki seçenek var ve hangisi seçsen ötekinden bir olumsuzluk kaynaklanacak.
Eğer salt “çıkar” hesabı yaparsanız ikilemden çıkış yoktur. Şöyle ya da böyle çıkarınız zedelenecektir.
Peki çıkış var mı ?
Filozoflar, mantık ustaları ne der bilemem. Ama bence var.
Şöyle: Çıkar hesabı yapmayın, size hangi seçenek doğru geliyorsa, yaşam anlayışınıza, benimsediğiniz ilkelere, dünya görüşünüze (=ideolojinize) hangisi uygunsa onu yapın. Belki zararınız olacak ama hiç olmazsa başınız dik zduracak, gece rahat uyuyacak, “Bence doğru olanı yaptım” diyebileceksiniz.
İki gündür sürdürdüğüm ve –inşaallah- bugün noktalamak istediğim AKP’nin derin açmazı bence işte tam da bu noktada düğümleniyor.
Pragmatizmi (=fırsatçılığı, çıkarcılığı, “Sorunun çözümü bana yarasın da nasıl çözülürse çözülsün”cülüğü) onları kendine bağlananlar gözünde bile itibarsızlaştırıyor, şiddetli güven kaybına uğratıyor.
Salt bununla kalsa pek umurumda olmazdı. Ama bu tutum, bu siyaset etme tarzı ülkeye zarar veriyor; ilkelere dayanılsa kolayca değilse bile sağlıklı çözülebilecek bir dizi temel sorun, AKP’nin kravatlı mollalarının elinde kangren olup çıkıyor.
* * *
Bir örnek:
AKP, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olmasından yana (gibi).
Ama bunu bir sosyal, ekonomik, kültürel tercih olarak, Batı Avrupa demokrasi standartlarını benimsediği için değil, “AB üyesi olursam generaller darbe yapamaz, beni 12 Eylül gibi sert, 28 Şubat gibi görece yumuşak yöntemlerle iktidardan uzaklaştırmazlar. AB benim sigortam olur” hesabı ile tercih ediyor.
Yani hareket noktası ilke değil çıkar.
Mesela bir başka “molla”, İran Devlet bakanı Ahmedinecat son derece tutarlı. AB’ye üye olmak gibi bir tercihi yok ve bu açık tercihinin ışığında yolunda gayet tutarlı yürüyor.
Oysa çıkar hesabı üstüne siyaset yapan AKP, “AB’ye girersem darbelere karşı güvence kazanırım ama benimsemek zorunda kalacağım demokratik kurallar beni özellikle alt kadrolarım ve tabanım önünde zora sokar; oy kaybederim” diyor. Aslında kendi bilinçaltlarındaki direnci dile getiriyorlar. Bir AKP yetkilisinin “Maastricht kriterlerine amenna ama bir de Kopenhag kriterleri olmasaydı...” deyişi hâlâ belleğimde çakılı.
Öyle ya Kopenhag kriterlerinde anlatımını bulan değerler dizgesi, Sünni İslam dışındakilere hayat hakkı tanımayan, hele hele gayrimüslimlere hiç tanımayan bir anlayışı baştan ve kesinlikle reddediyor. Uluslararası sorunların çözümünde, NATO Genel Sekreteri seçimindeki gibi bezirgan pazarlıklarına pek yabancı, uluslararası tartışma platformlarında “Van minüt hemşerim” ağızlarına suratını buruşturuyor.
Eee, ne yapsın AKP yönetiminin elebaşıları ?
Aşağı mı tükürsünler, yukarı mı?
* * *
Bir örnek daha:
Errgenekon !
AKP, Ergenekon’daki kirli, kanlı, karanlık amaçlı, kaçınılmaz olarak askeri diktatörlüğe gidecek örgütlenmeyi ezmek istiyor. İstiyor çünkü öncelikle kendisine yönelmiş ciddi bir tehlike olduğunu görüyor.
Ama Ergenekon’u tümüyle çökertecek bir yönelimin üç beş çeteleşmiş, mafyaya bulaşmış kanlı adamdan, darbe (yani iktidar) tutkunu olan, ama dört yıldızı taşırken darbe yapamayıp, güçleri emekli paşa olarak olsa olsa semt pazarında domates, biber seçmeye yetecek eski generallerle sınırlı kalamayacağını biliyor, görüyor. Ancak bu yönde adım atmaya kalktığında karşısında kaş çatan, aba altından sopa gösteren askeri kesimi buluyor. “Bu soruşturmada daha ileri gidersem çıkarlarım bozulacak” korkusu ile geri adım atıyor.
Oysa bir ilkeden hareket etseydi ve “Çağdaş bir demokraside darbe hazırlığı yapmak, darbeye çanak tutmak suçtur. Ben de demokratik yolla iktidara gelmiş bir siyasi hareketsem çıkarımı değil demokrasinin ilkelerini kollar ve korurum” derdi ve bu, onun iktidarına mal olsa da ilkelerinden şaşmadan yürürdü.
Belki AKP’nin çıkarları zarar görürdü ama kazanan Türkiye olurdu, demokrasi olurdu...
* * *
Bir örneğe daha gerek var mı ?
Kürt sorunu, Ermeni sorunu, Kıbrıs sorunu, IMF ile ilişkiler, ekonomik kriz, ortadoğu politikası...
Say sayabildiğin kadar.
Hemen her konuda AKP zikzaklar çiziyor ve hem sakalına, hem bıyığına tükürüyor.
Zararı salt onlara dokunsa dert etmez, olsa olsa insani duygularla bir peşkir uzatır, “Molla, al şunu, sil şu sakalını, bıyığını” derdim.
Gel gör ki olan bana, sana, bize, Türkiye’ye oluyor...

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"