Başlığı Mümtaz Soysal’dan ödünç aldım. Ta 1971’de yayımlanan bir yazısından ve 1971’in Mümtaz Soysal’ından...
1971’de, 12 Mart “utangaç faşizmi” ülkenin üstüne bir karabasan gibi çöktü çökecekken ilk sayısı çıkan haftalık Yeni Ortam dergisinin ilk sayısındaki başyazının başlığı böyleydi: Güzel Huzursuzluk !..
Fıkır fıkır, fokur fokur bir Türkiye idi.
Grevler, toprak işgalleri, fabrika işgalleri, yürüyüşler, mitingler. Demirel’in bile “Yollar yürümekle aşınmaz” demek zorunda kaldığı demokratik açılım günleri... Sonra, ülkeyi sarsan o tok ses: Türkiye İşçi Partisi. Radyolardan yükselen, ilk kez yükseldiği için de insanları sevinçli, umutlu bir şaşkınlığa sürükleyen “İşçiler, köylüler, marabalar, topraksız çiftçiler, ezilenler, sömürülenler, sözümüz sizedir !..” diyen ses. Çok on yıllık suskunluklardan sonra Kürt sorununun fısıltı tonunda da olsa tartışılmaya başlaması. En azından Türkiye’nin bir Kürt sorunu olduğunun ayırdına ve bilincine varıldığı günler...
Ama karşısında o modası geçmiş, pısırık Komünizmle Mücade Derneklerinden “antikomünizm” bayrağını devralıp, devlet desteğinde komando eğitimi alarak meydanlarda “sosyalist” avına çıkan Ülkücüler. Türkeş’in yönetimini devraldığı MÇP’yi değiştirip, dönüştürüp MHP’yi kurduğu ve büyütmeye başladığı yıllar. Türkiye Gladyosu’nun yavaş yavaş gün ışığına çıkmaya başlaması: Kontrgerilla.
Sosyalistler arasında “Önümüzdeki devrimci adım milli demokratik devrim mi, yoksa o tamamlandı, artık sıra sosyalist devrimde mi” tartışması. Öğrenci kökenli gerillla örgütlerinin “Kırlardan kentlere mi, kentlerden kırlara mı” tartışmaları...
Sahiden de fıkır fıkır ve fokur fokur bir Türkiye idi. Durmuş oturmuş bir ülke değil, huzursuz bir Türkiye’de yaşanıyordu.
Mümtaz Soysal (1971 yılının Mümtaz Soysal’ı) buna “Güzel Huzursuzluk” başlığını uygun gördü. Yazıda açıkladı da: “Acılar çekilecek, sancılı yıllar yaşanacak. Ama daha özgür, daha demokrat, daha ileri bir Türkiye’nin doğum sancılarıdır bunlar” dedi.
Haklı çıktı. Çok acılar çekildi. İdamlar, sokak ortasında kurşunlanan gencecik kadın ve erkekler; Kontrgerilla işkence tezgâhlarında sakat kalmacasına hırpalanan gencecik erkekler ve kadınlar; sıkıyönetim mahkemelerinde hukukun pervasızca ve ahlaksızca ırzına geçilmeler...
Ama her şeye rağmen daha özgür, daha cesur, tabuları birer birer yıkan, tartışılmaz sanılanı tartışılır kılan bir Türkiye çıktı ortaya. Bırakın sosyalistleri, sosyal demokratların bile “Toprak işleyenin, su kullananın” diye haykırdığı, seçim bildirgelerine “Tekelleri kuşatacağız” diye yazdıkları bir Türkiye...
* * *
Türkiye yine huzursuz.
1971 Mart’ından daha sert bir kamplaşma yaşanıyor. O yüzden 1971 Mart’ından daha huzursuz...
Bugün TV ekranlarında, gazete sayfalarında, dahası ev sohbetlerinde, meyhane, kahvehane muhabbetlerinde tartışılan konuların sadece başlıkları, çok değil 30 - 40 yıl önce, duyanın korkudan betinin benzinin atacağı, söyleyenin yedi sülalesinin pişman olacağı kadar tabu idi.
Kırılan tabulardır...
Yüksek yargı, ordu, Meclis, hükümet, başbakan, bakanlar, siyasi önderler hakkında bugün konuşulabilenler, tartışılabilenler, eleştirilerde kullanılabilen dil ve üslup; ülkenin etnik, siyasal, ekonomik, sosyal yapısı üstüne yazılıp çizilen, açıkça söylenenler bir kaosu, bir kargaşayı işaret etmiyor.
Tam tersine bir büyük değişimin dönemecindeyiz. Türkiye nereye evrilir, neye dönüşür, bunu bilemem, bilemeyiz. Ama bütün büyük dönemeçler huzursuzluk verir.
Bu bağlamda huzursuzluk güzeldir!