Farketmişsindir, başlığı Nazım Hikmet’ten ödünç aldım. Hani “Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar” diye başlayan şiirden.
Tırmık okurları okuya okuya bıktı ama sen galiba duymadın, ben düşüp belkemiğimi kırdım.
Tastamam 60 gündür ev hapsindeyim. Bir iki defa doktora gitmek, hastaneye gidip ameliyat masasına yatmak dışında evden hiç çıkmadım; çıkamadım.
Ama artık yeter. Yat yat sonu yok. Biraz aksasam da, çok yürüyünce ağrıların saldırısına uğrasam da yeter...
Ama 60 günlük “esaretten” sonra dışarı çıkmam için esaslı bir neden olmalıydı. Hani bazı “zor” adımlar atarken hep bir başlangıç seçeriz ya. Mesela sigarayı bırakmak, içkiyi azaltmak, kilo vermek gibi. “Şu pazartesiden itibaren...” deriz; “Gelecek ayın ilk gününden itibaren...” deriz ya...
Benim başlangıcım sen oldun.
(Farkında değilsin, sen çok şeyin, hem de çok çok önemli adımların başlangıcı oldun)
Evet, ben yarın sana çıkıyorum!.. 60 gün sonra ilk kez sokakta olacağım...
Ne güzel...
Biliyorsun, yarın senin katillerinin duruşması var. Senin arkadaşların bıkıp usanmak bilmez.
Çoğunu tanıyorsun; ne kadar inatçı kadınlar ve erkekler olduklarını biliyorsun. Onlar yine çağrı yaptılar. “10 Mayıs Pazartesi günü, saat 10’da, Beşiktaş’ta” dediler. Katillerin, soluklarımızı enselerinde hissetsinler ve hep hissetsinler diye... Bu ülkede adaletin sahipsiz olmadığı bilinsin diye...
Yarın kimbilir kaçıncı kez ve kimbilir bundan sonra da daha kaç kez biz “arkadaşların” orada olacağız.
Senin için ve adalet için!..
* * *
Haftanın, hem de çok yoğun başlayan ve çok yoğun süreceği besbelli bir haftanın ilk yazısı bu mu olmalıydı ve böyle mi olmalıydı?
Ne yani Deniz Baykal’ın yatak odasına dalan sapıkların (röntgencilik bir cinsel sapıklıktır değil mi?) önümüze koydukları görüntüler üstüne mi yazmalıydı?
Ne yani medyada onca yıl onca rezalete gözlerini kapamış anlı şanlı köşe erbabının şimdi “ahlak zabıtası” rölüne girip “Yapılan çok kötüdür ama Baykal da istifa etmelidir” öğütleri verişleri mi tırmıklanmalıydı?
Ne yani 12 Eylül Anayasası'nda ufak tefek (sahiden ufak tefek) gedikler açmayı beceren AKP karşısında çaresiz kaldıklarından yağıp gürleyen ulusalcı (yani milliyetçi) silahşörlerden “Ben de demokratım ama...” kılıfı altında Anayasa değişikliklerine karşı çıkanlara kadar uzanan bir kesimin, AKP’li mollaları sandıkta yenecek uzun ve zahmetli bir siyasal çalışma yerine üniformalı ve üniformasız bürokrasiden medet umacak bir siyasal sefilliğe kendilerini kaptırmışlıkları üstüne mi yazılmalıydı?
Siyasetin artık bel altı vuruşlara, kişi dokunulmazlığını alenen ve pervazsızca çiğneyen karanlık labirentlere dönüşmesi üstüne mi yazılmalıydı?
Hayır. Bu konularda söylenecek söz kalmadı. Söylenecek olan söylendi. Bundan sonrası her solduyu sahibinin kollarını sıvamasıdır.
Sıvanacak kolların ilk durağı da bugün saat 10’da Beşiktaş meydanıdır.
Hrant için, adalet için !..