Özdemir Asaf’ı bileniniz vardır. Vardır da sanırım çok azdır.
Şairdi. İki üç satırlık şiirlerin içine kıvrak zekâsıyla minnacık nükteler yerleştirir ama yine de şiir ikliminden uzak düşmemeyi becerirdi.
Bu hüner ister.
O hünerliydi.
Özdemir Asaf’ı hatırlayanlar, şiirinin tadını çıkaranlar epey azaldı biliyorum; ama bir şiir(ciğ)i var ki hiç unutulmadı. Şairini bilmeyen ama o şiiri ezbere bilen o kadar çok genç tanıdım ki...
(Buraya kadarını okuyanlar ola ki “Ey gazeteci, geveleme lafı, ne diyeceksen yaz” demişlerdir. Haklılar. Ama ben de “giriş”i bahane edip matbaasında kompas tuttuğum, masasında içki yudumladığım, sohbetinin tadını doya doya çıkardığım bir şair ağabeyimi anmak istedim. Haydi bu kadarını bana bağışlayın da yazıya geçelim...)
* * *
Özdemir Asaf yazdı:
“Bütün renkler hızla kirleniyordu / Birinciliği beyaza verdiler.”
Bugün, ülkenin, devletin kurumlarına baksam, Özdemir Asaf gibi söylemeye kalksam, “Bütün kurumlar hızla kirleniyordu” diye başlardım.
Peki sonunu nasıl getirirdim?
Bilemiyorum. Seçemedim. Aklıma gelenleri rastgele sıraladım ama birinciliği hangisine vermek gerektiğini kestiremedim.
Kafası kesilen kızın katilini bu kadar zamandır bulamayan, sonra da kalkıp kızın babasına, “Kızlarınıza sahip çıkın” diyen bir zata İstanbul gibi bir kenttin güvenliğini emanet eden; Hakkâri’de tüfek dipçiği ile 14 yaşındaki çocuğun kafasını vahşice kıran, 1 Mayıs günü İstanbul’da zırhlı aracın hoparlöründen, “Kaçmayın ulan kansızlar” diye böğüren memurları bağrında barındıran polis örgütüne mi versek birinciliği?
Yoksa, “Devletle hukuk arasında bir tercih yapmak gerekirse, ben önceliği devlete tanırım” diyebilen savcılarıyla; kendi telefonu yerine mahkeme kararıyla dinlendiğini bilmediği karısının telefonunu kullanan ve o telefondaki konuşmaları ortaya saçılınca, telefonda söylediklerinin hesabını vermek yerine, niye dinlendiğinin hesabını soran yüksek yargıçlarıyla; inşaat müteahhidiyle tuhaf ilişkileri önce ayyuka, sonra açığa çıkan; adı epey şaibeye bulaşmış üst düzey bir MİT görevlisiyle makamında sohbet edip, sonra da “Bana devlet sırlarını anlattı. Açıklamam” diyebilen bir başka yüksek yargıcıyla; Ergenekon davasında acelecilik ve özensizlik yüzünden sapla samanı birbirine karıştıran, Türkçe kusurlarından en basit hukuk kurallarının göz ardı edilmesine kadar bir dizi acemilik, özensizlikle yüklü iddianameler yazıp cumhuriyet tarihinin en önemli, en yaşamsal davasında “güven krizi” yaratan savcılarıyla; Deniz Feneri dosyasını sonuçlandırmak için değil, uyutup sümen altına kaydırabilmek için her türlü cambazlığı gözler önünde sürdüren bakanlığı ile adalet aygıtını mı birinci yapsak?
Yoksa uluslararası ilişkilerde “van minüt”ten başlayıp, Rasmussen’in NATO genel sekreterliğini sorun yapan, sorunu ilkelerle değil pazarlıkla çözmeyi yeğleyen, sonunda her şeyi yüzüne gözüne bulaştırıp alay konusu olan “Kasımpaşalı babayiğidî” ve takımını birincilik kürsüsüne mi çıkarsak?
Yoksa Ergenekon davasında hukuk değil açık yakalamaya çalışan, gırtlağa kadar kana ve ölüme bulaşmış çeteciler ile darbe yapıp “Bu halk seçince yanlış seçiyor; en iyisi doğrunun ne olduğunu bilen bizler devletin dizginlerini zorla ve zorbaca ele alalım” diyen darbecilerin koalisyonunu sergilemektense özü perdeleyen kusur ve eksiklerle bizleri oyalamaya çabalayan; Ergenekon soruşturmasının gözaltı ve tutuklamalarında “hukuk savunucusu” kesilip DTP üyelerinin kanıtsız, gerekçesiz tutuklanmalarını iki üç satırla geçiştiren medya baronlarına haklarını verip, onları mı birinci ilan etsek?
Yoksa...
Yerim olsa daha çooooook “birincilik adayı” sayarım. Benim aklıma gelmeyenleri sizler tamamlarsınız ve bu liste uzar gider.
İyisi mi Tırmık’ı burada keselim, birinciliği de hiçbirinin hakkını yememek için hepsine birden verip, Özdemir Asaf’ın şiirini bile bile yarım bırakıp “Devletin ve toplumun bütün kurumları hızla kirleniyordu...” diye bitirelim...